Hatırlayın, 7 Haziran seçimlerinde iktidar partisinin seçim sloganlarını: “Hedef 2023, Yeni Güç, Yeni Türkiye”, “Onlar konuşur, AKP yapar.” Gerçekten de haklarını yemeyelim, doğruyu söyleyelim. Biz halâ konuşuyoruz, yazıyoruz, uyarıyoruz, onlar 2023 hedefleri doğrultusunda sapmadan, düşünür Machiavelli(Makyavel)’in “Amaca ulaşma yolunda her yol geçerlidir.” felsefesiyle yeni bir Türkiye yarattılar. Bu yeni Türkiye hedefi ne kadar devam eder o da belli değil. Yakında “Yeni Türkiye” sloganı “Yeniden Osmanlı”ya dönüşürse hiç şaşırmayın. Gelelim günümüzde yaratılan “Yeni Türkiye”ye.
Meclis aynı meclis. Geçmişte de mecliste çoğunluğu oluşturan kesim istediği gibi at oynatıyordu, şimdi de aynı. 1998’de DYP lideri Tansu Çiller hakkında mal varlığı konusundaki soruşturma önergesi ile ANAP lideri Mesut Yılmaz hakkındaki yolsuzluk soruşturmaları iki partinin oyları ile aklanmıştı. Bugün de tek başına iktidar olan parti istediğini meclisten geçiriyor, aleyhinde bir konuyu ise soruşturma açılmasını engelleyip gerçeğin ortaya çıkmasına engel oluyor. Örneğin 4 bakan hakkındaki yolsuzluk konusunun Yüce Divana götürülmemesi. Kısacası değişen bir şey yok. Sadece DYP-SHP iktidarında 1990’da içme suyuna katılan klor bedelini yüksek gösteren İSKİ Genel Müdürü Ergun Göknel hâkim karşısına çıktı, tüm hesaplarına el konuldu, hapseatıldı. Kimse müdahale etmedi.
Daha önce ülkede hukuk vardı. Herkes adalete güvenirdi. Hakkını sonuna dek arardı. Kimse ona engel olmazdı. Hâkimler, savcılar görevini çekinmeden, korkmadan yaparlardı. Yargı bağımsızdı. Hiçbir güç ona karışmazdı. Şimdi hak, hukuk ve adaleti ara ki bulasın. Daha mahkemede dava görüşülmeden birileri davaların savcısı olup karar veriyor. Savcılar iktidar aleyhinde bir dava soruşturması başlatıyor. Bir bakıyorsunuz ya sürülmüş, ya casusluk veya darbe örgütü üyesi olmaktan tutuklanmış. Sayıştay denetim yapamıyor, raporlar Meclis’e gelmiyor. Başbakan’ın özel kalemlerinin “Meclis’e gelirse duman oluruz.” dediği Sayıştay raporunda, vergi uzlaşmalarından örtülü ödeneğe birçok usulsüzlük var olduğu söyleniyor. YSK “Haydi Bismillah” şarkısını seçimde kullanamazsınız, diyor. “Biz kullanırız” diyorlar. Kısacası kendileri çalıp kendileri söylüyorlar.
Eskiden komşu ülkelerle dostluk ve barış ilişkileri doğrultusunda yaşıyorduk. En büyük düşman görünen Yunanistan ile bile ilişkilerimiz düzelmeye başlamıştı. Şimdi bırakın komşularımızı diğer ülkeler ile de aramız açıldı. Irak, İran, Suriye, Libya ilk aklıma gelenler. İsrail ile sözde düşmanız, her türlü ticari antlaşmayı yaparız, Kuşadası Limanı’nı bu devlete satarız, Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi işini 44 yıllığına İsrail’e vermeye kalkarız. Bunları unuturuz, ama “One Munite” sözünü unutmaz, gururla anlatırız. Geçmişte dış ülkelerin liderleri ülkemize güvenle gelir, ziyaretlerini yaparlardı. Yaratılan yeni Türkiye’de bu güveni de yitirdik. Yitirmesek ABD başkanı Obama G 20 zirvesinde Antalya’da kalmayı sakıncalı bulup uçak gemisinde kalmayı yeğler miydi? Uygulanan yanlış dış politika yüzünden ülkemize sığınan 3 milyon Suriyeli perişan durumda. Madem iyi bir yaşam sağlamak için önlem almadınız, neden içeri aldınız? Suriye’de eski düzenin bozulmasına katkı yapmasaydınız bunlar yurtlarını terk eder miydi?
Geçmişte ülke içinde olaylar olmadı diyemeyiz. 1980 öncesinde sağ-sol çatışması gerçekten çok acı sonuçlar doğurdu. Birçok gencimiz bu olaylarda yaşamını yitirdi. Bunda NATO’ya girişimizden beri ABD güdümündeki iktidarların yarattığı “Komünizm gelirse” denilen korku etkili oldu. Oysa ülkeye komünizmi getirmek isteyen yoktu. Olsa da bugünkü gibi çok küçük bir azınlıktı. Bunlar kardeşlik, barış sloganı ile iktidara geldiler, ülkeyi Laik-Şeriatçı, Sünni-Alevi, Kürt-Türk diye ayrıştırdılar. Asıl düşünceleri ülkeyi taraf-bitaraf olarak bölmekti. Dindar nesil yerine kindar nesil yetiştirdiler. Toplumu ikiye böldüler. Sırtını iktidara dayayıp zengin olanlar bundan şikâyetçi değil. Gariban halk da dindar sandıkları iktidara sahip çıkıyor. Siz hiç askere giden zengin çocuğu gördünüz mü? Terör çatışmalarında hangi bürokratın, bakan veya milletvekilinin çocuğu şehit düştü? Çürüğe ayrılıp askerlik yapmayan kaç vekil çocuğu var, kim bilir? Yaratılan yeni Türkiye’de askere gidip şehit düşen, sağlık hizmetleri sürekli kesintiye uğratılan, vergisini ödeyen, geçim sıkıntısı çeken her nasılsa alt tabaka dediğimiz orta kesim oluyor.
Geçmişte cumhurbaşkanları mecliste namus ve şerefleri üzerine yemin edip tarafsızca davranır, hükümete karışmaz, sadece düşüncelerini açıklarlardı. Hiçbir cumhurbaşkanı alanlara inip bir parti için oy istemedi. Hiçbir cumhurbaşkanı bu kadar örtülü ödenek kullanmadı. Hiçbir cumhurbaşkanı basına, yargıya, eski partisinin seçilecek milletvekili listesine müdahale etmedi. Şimdi yemin aynı, ancak icraat farklı. Neden? Çünkü halk tarafından seçilmişmiş. Halk tarafından seçilmesi anayasal yetkilerini nasıl değiştirir? Bunu hukukçular yanıtlasın. Aslında herkes gibi kendisi de biliyor. Ama böylesi işine geliyor.
Geçmişte devlet ülkenin her bölgesinde güvenliği sağlardı. Günümüzde bazı yerlerin kontrolünü devlet kaybetti. Davutoğlu’nun ABD’de “Ülkemizde olağanüstü hal varmış gibi gösteriliyor” dediğine bakmayın. Olağanüstü hal yoksa niçin bazı yerlerde seçim güvenliği yok diye taşımalı sandık sistemine başvuruluyor? Şehitlerimizi niçin gidip kendimiz alamıyoruz? Gerçek şu ki Türkiye resmen olmasa bile fiilen bölünmüş durumda. Sonunda bizim korktuğumuz oldu. Kara kara düşünme sırası birilerinizde.