Çok soruldu ve sorgulandı darbe mi değil mi?

 

Açık ve net aynı gün Hulki CEVİZOĞLU “Ceviz Kabuğu” programında Genel Kurmay Başkanı Genel Sekreteri günün emekli Tüm Generali Erol ÖZKASNAK olayı “POSTMODERN DARBE”olarak kabul etmişti. Yukarıdaki olay sıcağı sıcağına 28 ŞUBAT 1997 de geçmiştir.

 

Peki bu kaos, ihtar, kulak çekme veya aba altından gösterilen sopaya niçin ihtiyaç duyulmuştu?  Aslında bardağın dolu tarafına bakarak iyimser yorumlar yapmak istiyorum fakat gelişen olaylar öylesine pazıl karesinde yerini buluyor ki artık “MIZRAK ÇUVALA GİRMİYOR.”  Bakıyorsunuz biri hata, diğeri kaza, müteakiben gelişen olaylarda ise pes dedirtecek aleni istek ve gayret var. Hatırlarsanız bir önceki yazımın başlığı ”Kral Çıplak”tı. Aynısını o gün de söyleyemediler. Kimse darbe (28 şubatı) diyemiyordu. Çünkü yemek pişmemişti. Yapılmak istenen reva olmadığı için o an bin yıl etkisinin kaybetmeyeceği sanılan bu balon, görüldüğü gibi üç sene ara ara gündeme geldi daha sonra esamesi bile okunmaz oldu çünkü “dağ fare doğurdu” yapılanlar hakkaniyete aykırıydı. Olan o günün basiretsiz, yaptıkları işten birbirinden haberdar olmayan idarecilerine oldu. Zararı kime? Tabi ki her zamanki gibi vatandaşa.

 

Hemen özetle senarist, aktörleri ve oyunu tekrar hatırlayalım: Dönemin BAŞBAKANI SN. ÇİLLER ve ORT. SHP.
Ülkede şeriatın geleceğine dair hatta islami kesimi bile rahatsız eden 7/24 mesaide aksaklık yaşatmayan aczmendiler, görevlerini hakkıyla ifa ediyorlardı. Diğer kesimlere “işte islamcılar” dedirtebilmek için, hatta çok iyi hatırlıyorum, o yıllarda “kökten dinci”, “radikal dinci” deyimleri günün moda deyimleriydi. Diğer aktörler ise herkesin artık TV ekranlarının vazgeçilmez jeneriği, F. ŞAHİN, A. KALKANCI, eşi Emire ERSOY harfiyen vazifede kusur ettirilmiyordu.

 

Tabi bu arada 3 Kasım 1996 ki yine efsane kaza Susurluk. Devleti, aşireti, milliyetçileri birbirine düşüren mi diyelim, buluşturan mı diyelim… Düşündükçe 28 Şubat’ın temellerinin görüldüğü çirkin bir kuyu ve infertilite sırrı hala açığa çıkmamış ama aslında bilinen bir rezalet. Aynı yılda kumarhaneleri kapatma kararı alan devlet, bakın nerede kumar oynatmış.

Boğazın böbrek yatağı diye tabir edebileceğimiz “SAİT HALİM PAŞA” yalısında, önce tarihi tabloların çalınıp, bir kısmının tahrip edilen tarihi bir saray… Aklı selim yöneticiler ALLAH AŞKINA bunlardan bir haber olmayabilir mi? Tabi zemin lazım dedik ya. Malum 5 yıldızlı oteller, çoğu vatandaşın ocağına incir ağacı dikmişti. Dahas ımı? 11 OCAK 1997, MERHUM BAŞBAKAN Necmettin ERBAKAN’ın Din adamlarına verdiği iftar yemeği, oyunun sonuna yaklaşıldığının sinyalini veriyordu.

 

 

Bu arada bir kısım rütbeliler 22 ocak 1997 de Gölcük Donanma Komutanlığı’nda bir araya gelerek 28 Şubat’ın sözüm ona irtica ayağına noktayı koymak için beraber oldular, tabi ki bu altı gün sonrasının balansı için son rötuşlardı.

Artık zemin öyle amadeydi ki önce baş mimarlar geri çekilip “Bakın yine ülke kaosa sürükleniyor!” dedirtip sonra kendilerince hakimiyete yer açmaktı derin mevzuya. İşte bu sanal boşluğun somut örneği: 30 Ocak1997 de Sincan Belediye Başkanının düzenlediği Kudüs gecesiydi. Konukları, İran Büyükelçisiydi. Belediye Başkanı Bekir Yıldız,  cihat oyunu sonunda “sazanca” bir konuşmayla laik kesimin yıldızlarını üstüne çekerek tansiyonu iyice yükseltmişti. Geceye damgasını vuran olay ise hatırlayacağınız gibi, Star Gazetesi muhabirinin tartaklanması tuzu biberi olmuş ve Bekir Yıldız tutuklanmıştı.

 

Artık sona fütursuzca yaklaşılıyordu. 4 Şubat’ta  malum, 20 tank 15 zırhlı araç Sincan’da balans ayarına maruz kalmışlardı. Sanki araç muayenesine gidecekler. Ne kadar tirajikomik. Sözüm ona Genel Kurmay 2. Başkanı Çevik Bir’in deyimiydi.

 

21 Şubat’ta Washington’a dönemin CIA Başkanı George Denet veABD‘nin Derin adamlarıyla gizlice görüşen Çevik Bir ve İlhan Kılıç’tan başkası değildi.

 

İsmail Hakkı Karadayı da 28 Şubat MGK ‘sından üç gün önce İsrail’de olduğu size de manidar gelmiyor mu?
Bu yaşananların büyük bölümü sizce kime dokunuyor dersiniz? Tabi ki sindirilen vatandaşa.  Nasıl mı?
Çok kısa özetlemek istiyorum: Devlet memurlarının arkadaş dahi olsa birbirlerini namaz kılıp kılmadıklarının tespiti, yani “fişleme” Batı Çalışma Grubunun (BTÇ) sivil dersaneleri denetim altına alıp, hatta bayan bir öğretmene kullandığın peruk mu kendi saçın mı diyerek saçını çekmesi. “Halk sizi sevmese sizi sinek gibi ezerdik!” söylemleri ne ile tarif edilir bilmiyorum. O bayan bir kardeşimiz değil mi? Birinin ablası değil mi? Birimizin kardeşi değil mi?Birimizin kızı değil mi? Aslında şu sözü edilmeyecek yaşananları hatırlamaktan utanç duyuyorum.

 

Şimdi ne oldu? Ne kaybetti ülkemiz? Daha üç gün önce Sayın Başbakan, Almanya Başbakanı Merkel ile birlikte Hrıstiyan liderlerinin de bir araya gelerek sorunlarına çözüm aradı veya bir takım görüşmeler yaptı. Ne oldu?Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethinde Ayasofya’da toplanan müslüman harici insanlara bir esir muamelesi değil Müslümanlığın adabına uygun misafir edasında yaklaşmış. Gelin görün ki biz içimizde Masonların, Siyonistlerin bizlere olan dolaylı yollarla yönetimlerini hala üzülerek ifade ediyorum. Uyanmış durumda değiliz. Kardeş olduğumuzu unutturanlara birliğimize beraberliğimize göz dikenlere hala her türlü İZM’lerin sarhoşluğuyla flu bakıyoruz.

SAYGILARIMLA.