Atam, huzur içinde yatmadığını biliyorum. Senin bıraktığın Cumhuriyet, devlet, millet, vatan bu değil. Ancak bunların hepsi geçecek. Bir gün hata yaptıklarını anlayanlar gerçekleri görecek, pişman olup sana dönecekler. Tek korkum geç kalmaları. Seni çok seven gençliğin her zaman izinde yürüyüp emanetlerini korumaya devam edecek. Nurlar içinde yat.
Bugün size Ata’mızdan ibret verici bazı anılarını yazacağım. Ders çıkaranlar çıkar umarım.
M. Kemal sinirlerini yatıştırmak için içkiye başvururdu. Kafasındaki düşünceler gece uykularını kaçırınca gündüz üzerinde dinamo gibi etki yapardı. Akşam, o da güneş battıktan sonra, sinirlerindeki gerginliği yatıştırmak için içerdi. Ancak içtiğini kimseden gizlemez, iki yüzlü davranmaktansa, herkesin bilmesini tercih ederdi. Yabancı gazetelerde, içkiye düşkünlüğü üzerinde yazılar çıktığı zaman kızacak yerde memnun olur, “Bunlar yazılmayacak olsa, halk beni anlamaz.” derdi. Bir akşam, İzmir Valisi, yemek yedikleri lokantanın perdesini kapattırmak isteyince M. Kemal: “Sakın ha. Perdeyi kapatırsanız herkes bizim kadın oynattığımızı zanneder. Şimdi hiç olmazsa sadece içtiğimizi görüyorlar.” der.
Günümüzde dindar görünüp gizli gizli içenler her fırsatta Atatürk’ün içtiğinden dem vurarlar. Bu işler böyledir. İranlıya, Humeyni döneminin Şah dönemine göre farkını sormuşlar. Yanıt: “Eskiden dışarda içer evde ibadet ederdik, şimdi dışarda ibadet edip evde içiyoruz.”
* * *
Yıl 1935. Urfa Millletvekili Ali Saip Atatürk'e suikat iddiasiyla yargılanır. Dönemin Adalet Bakanı Şükrü Saraçoğlu her duruşmadan sonra Cumhuriyet Başsavcısı Baha Arıkan'la birlikte Çankaya'ya çıkar, davanın gidişini ve duruşmayı anlatır. Atatürk her sefer "Meslek görevin neyi emrediyorsa onu yaparsın" der. Bir gün Atatürk, Başsavcı Baha Arıkan'ı çağırır ve doğrudan sorar: "Ali Saip davasının sonu ne olacak?" Başsavcı “Mahkemenin kararını beklemek gerek” der demez Atatürk sinirlenir: "Mahkemenin kararı ne demek? Mahkemeni de kapatırım, hâkimleri de atarım, seni de atarım!"
Herkes gibi savcı da heyacanlanır, karşısında Atatürk vardır, ama bilir ki "Gazi'nin karşısında doğru konuşulacaktır, doğrusu ne ise o söylenecektir," ayağa kalkar: "Mahkemeyi de kapatabilirsiniz, hâkimleri de, beni de atarsınız, ama adınız tarihe Mustafa Kemal olarak geçmez." Atatürk'un gözleri yaşarır: "Çocuk, ben de senden bunu bekliyordum." Dava sonuçlanır, Ali Saip beraat eder. İşte bugünkü yagıç ve savcılar karar verirken "O günkü" yargıç ve savcıları hatırlamalı. Hangi savcı bugün cumhurbaşkanına o sözleri söyler, haddine mi?
* * *
Yıl 1934, o dönem Milli Eğitim Bakanlığı Ulus’ta. Bakan Niğdeli Abidin Özmen makamında çalışmakta. Kapı çalınır. Bakanın gür sesi “giriniz”. Atatürk’ün yaverlerinden biri, yanında iki çocukla makama girer. Hoşbeşten sonra yaver bey, Bakan Abidin Özmen‘e bir zarf uzatır. Atatürk‘ten gelen bir mektuptur bu: “ Bay Abidin Özmen, Milli Eğitim Bakanı ... “ Abidin Özmen zarfı açıp mektubu dikkatle okur: “ Yaver Bey’le, size iki fakir ve kimsesiz çocuk gönderiyorum. Bu çocukları, uygun göreceğiniz bir liseye (parasız yatılı olarak) kaydını yaptırıp...” Bu Atatürk’ün bir emridir. Kesinlikle yerine getirilecektir. Bakan Özmen, Orta öğretim Genel Müdürü‘nü çağırtır ve şu direktifi verir: “Yaver Bey’in yanındaki bu iki çocuğun evraklarını alınız ve bu çocukları H.P. Lisesi’ne paralı yatılı olarak kaydını yaptırıp, her ikisi için de üçer yıllık paralı yatılı makbuzlarının veli ve ödeyen hanesine Atatürk’ün ismini yazdırarak bana getiriniz.” Bakanın emri yerine getirilir. Abidin Özmen de kısa bir mektup yazarak, Yaver Bey’le Atatürk‘e yollar. Mektubun içeriği şöyle: “Muhterem Atatürk, Yaver Bey’le göndermiş olduğunuz iki çocuk hakkındaki emirlerinizi aldım. Ancak arkasında T. C.’nin kurucusu ve Cumhurbaşkanı Atatürk gibi birisinin bulunduğu için bu iki çocuğu fakir ve kimsesiz olarak kabul etmeme, hem yasalarımız, hem de mantığımız izin vermedi. Bu nedenle her iki çocuğun da emirleriniz gereği H.P. Lisesi’ne paralı yatılı olarak kayıtlarını yaptırdım. Çocukların üçer yıllık okul taksitlerine ait makbuzları ekte takdim...”. Atatürk bu mektup üzerine, devrin Başbakanı İsmet İnönü’ye telefon ederek: “Bak “ der “Senin Milli Eğitim Bakanın bana ne yaptı?” diyerek olayı anlatır. İnönü, Bakanı adına özür diler. Atatürk: “Yok” der, “Özür dileme. Çok memnun oldum. Keşke her devlet adamı bu medeni cesarete sahip olabilse ve gösterebilse...”
Saygılarımla, hoşça kalın.