İsterseniz biraz geçmişe gidelim. Devletimizin kurucusu M. Kemal Atatürk dış politika ilkesini “Yurtta Barış, Dünyada Barış” sözleriyle belirtmişti. Kurtuluş Savaşı’nın bitiminden sonra gelecekteki olası savaşları göz önünde bulundurarak komşularımızla sınırlarımızı güven altına almayı amaçlayan antlaşmalar yapıldı. Batı sınırlarımız için Balkan Antantı, doğu sınırlarımız için Sadabad Paktı gibi. Bu antlaşmalarda saldırıya uğrayan bir devlete diğerleri yardım edecekti. O’nun döneminde komşularımızla, hatta Yunanistan ile iyi ilişkiler içinde yaşadık. Sorunlar çıkmadı değil, ancak hepsi de barışçı yollarla çözüme kavuşturuldu.
Ulu Önder Atatürk birçok örneğine rastladığımız ileri görüşü ile ”bir gün Ortadoğu’da suni olarak kurulan devletlerin parçalanacağını” dile getirmişti. Nitekim Irakla başlayan parçalanma hareketi günümüzde Suriye ile devam ediyor. Arap Baharı adı altında başlayan tüm Müslüman Arap ülkelerde görülen sözde rejim değişiklikleri yüzyılımızın en önemli olayı konumuna geldi. Tunus ve Mısır'da sol ve demokratlar öncülüğünde başlayan halk ayaklanmaları diktatör rejimleri devirdi, ancak ayaklanmalarda etkili rol oynamayan İslamcı güçler bu unsurları her iki ülkede de tasfiye etmeye başladılar. Yıllar önce İran’da Şah Rıza’nın devrildiği gibi Hüsnü Mübarek, Kaddafi devrildi. İran devrimi bahar mıydı kış mıydı bilinmez, ama bu devrimlerin, İran devrimiyle gittikçe benzeşen yönleri oluşmaya başladı. Anlayacağınız diktatörler devrildi, yerine gelenler eskilerini mumla aratacak gibi. Sıra Esad’a geldi.
Önce Erdoğan, ABD’nin yirmi küsur İslam ülkesini kendi çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlemek için BOP eş başkanı yapıldı. Demokrasi getirmek bahanesi ile Mısır’da, Cezayir’de, Yemen’de, Libya’da ayaklanmalar çıkarıldı. Buralarda ABD’nin istediği kukla yönetimler kuruldu. Sıra İran’a gelmişti. Ancak, İran kolay yutulur lokma değildi. Arkasında Rusya, Çin vardı. Suriye de İran’ı destekliyordu. Onun için önce Suriye’nin ortadan kalkması gerekliydi.
Oyun Suriye’de oynanmaya başladı. Ancak burada olaylar umulduğu gibi gitmedi. Erdoğan Suriye’yi İran’dan koparmak istedi. Başaramadı. Esad’a düşman oldu. Kardeşim dediği Esad, artık diktatördü. Batı ülkelerine bu anlatılmaya çalışıldı. Fakat istenen destek gelmedi. Eylül başlarında parti grubunda yaptığı konuşmada “İnşallah en kısa zamanda Şam’a gideceğiz. İnşallah Emevi Camii’nde namaz kılacağız. Bilal-i Habeşi’nin, İbn-i Arabî’nin türbesinde, Hicaz demiryolunda dua edeceğiz.”
Suriye’deki olayı ben ülkemizdeki terör olaylarına, yani PKK olayına benzetiyorum. Suriye’de Esad’a karşı bir ayaklanma var. Esad devlet değil mi? Türkiye’de PKK ayaklanması da aynı. Aradaki fark Suriye’de rejimi değiştirmek. Bu olaya o devletin iç sorunu olarak bakmak gerekir. Nasıl bizim PKK sorunu bizim iç sorunumuzsa. Ancak biz ne yaptık? İşi Suriye’ye girmeye kadar götürdük. Atatürk’ün dediği gibi “Savaş zorunlu olmadıkça cinayettir.” Ancak topraklarımıza karşı bir saldırı olursa savunmak için savaş gereklidir. Burada İsmet Paşa’nın Türkiye’yi 2. Dünya Savaşına sokmamak için gösterdiği çabayı unutmamak gerekir.
Suriye’den kaçıp Türkiye’ye sığınan mülteciler ayrı bir sorun. Bu mültecilerle birlikte kim bilir kaç terörist yurda girdi? Ondan vazgeçtik, bunlara sağlanan imkânlar Van depremzedelerine çok görüldü. Cem Karaca’nın şarkısında söylediği gibi her şey bedava. Beyler bununla yetinmediler, polisimize kafa tuttular, ortalığı talan ettiler. Maliye Bakanının açıklamasına göre yüz bin mülteci için harcanan para 400 milyon(eski para ile 400 trilyon) imiş. Memurun, emeklin, işçin, esnafın geçim sıkıntısı içinde yaşarken, ülkende yardıma muhtaç milyonlar senden yardım beklerken, vatandaşın olmayan bu kesime harcanan para düşündürücü değil mi? Yorum sizin.
Okurlarımın kurban bayramını şimdiden kutluyorum. Saygılarımla hoşça kalın.