Yargı cephesinden bakıldığında; “hükümetin yargıyı ele geçirme operasyonu.”
Muhalefet penceresinden “Yargı üzerine gölge düşürüldüğü..”
İktidar penceresinden ise “tamamen siyasallaşan yargının artık asli görevine dönmesi için gerekli düzenlemelerin yapılma zaruriyeti..”
Hangi pencereden bakılırsa bakılsın Türkiye’de yargının konumlandığı nokta sıkıntılı..
Peki, yargı bu noktaya yeni mi geldi?
Bu konumlandığı noktada, yargının hiç mi suçu yok..
İsterseniz tarih perspektifinden, yargıya bir göz atalım..
Cumhuriyetin ilk yılları..
Özel şartlar ileri sürülerek, yargı eğitimi almamışların ellerindeki siyah çantalarla gittikleri yerlerde idam sehpaları kurdukları bir ülke…
Adına İSTİKLAL MAHKEMELERİ denilen, aldığı kararların itirazı olmayan, geldikleri yerde asılacakların listesi ile birlikte gelen, yargı mensubu olmadıkları halde tam yetkiyle gelen yargı mensupları…
Sadece suçu şapka takmamak olan yörenin saygın insanların için bir gecede karar verip sabahına idam sehpaları kuran yargı…
İZMİR suikastını bahane ederek muhalifleri yok etme emrini eksiksiz uygulayarak Milli Mücadele Kahramanlarına önce İdam sehpalarını göstererek yıllarca halk nazarındaki itibarlarını sıfırlayan yargı…
DERSİMDE, mağaralarda zehirli gazla öldürülen masum kadın ve çocuklar ile kâmilen köyleri havadan bombalayanların göğüslerine üstün hizmet madalyaları teklif eden, yakaladıklarını tam bir adalet katliamı ile yok eden yargı…
Millete hizmeti hayatıyla ödeyen Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorluları “düzmece” bir mahkeme komedisiyle güya yargılamak için Yassıada oyununu oynayan ve hiçbir hukuki delil olmadığı halde “ sizi buraya tıkan hakim güç böyle istiyor” diyerek 3 fidanın kalemini kıran yargı…
1971 yılında hakim güçlerin emriyle Deniz Gezmiş ve arkadaşları için yargılama ihtiyacı bile duymadan idam sehpalarını hazırlayan yargı…
1980 İhtilalini yaparak, “Hukuku askıya alan” ve anayasa suçu işleyen paşaların sırtına “Fahri Hukuk Profesörlüğü” cübbesini giydiren ve elleri patlayana kadar salonda alkışlayan yargı…
“Bir sağdan, bir soldan” diyerek gencecik fidanların yaşları tutmadığı için önce yargı olarak yaşlarını büyütüp sonra hiçbir suçu olmadığı halde 12 Eylül hukukuna hizmet için idam sehpalarına bu milletin fidanlarını gönderen yargı…
Milletin seçtiklerini alaşağı etmeyi kendine meslek, anayasayı her zaman ayaklar altına almaya alışmış “28 Şubat zihniyetlerine” Yargının bağımsız olduğunu unutup, adalet dağıtmak için yemin ettikleri cübbeleriyle salonları doldurup hazırolda askerden birifing alıp sonra masum insanların hayatlarının karartan yargı…
“Gazete küpürlerini” keserek, hiçbir hukuki dayanağı olmayan ithamlarla milletin gönlünde taht kuran ve sandıktan milli iradeyi temsil ederek çıkan siyasi partileri derin mahfillerin emriyle kapatma davası açan yargı…
Milletin iradesinin Cumhurbaşkanlığına yansımasını hazmedemeyen, milleti küçük gören zihniyete hizmet için 376 ucubesini çıkartan yargı..
Her adli yılın açılışında milletin başbakanına, millete gözdağı vermek tabiri caizse kulaklarını çekmek gibi bir görevlerinin olduğunu zanneden yargı…
Evet yargı bağımsız olmalı..
Evet Yargı kuvvetler ayrılığında olması gereken yerde durmalı..
Evet yargı, adalet; mülkün temeli..
Ama hangi yargı bugüne kadar bağımsız hareket etti?
Hangi yargı kuvvetler ayrılığı prensibini hatırlayıp milli iradenin tecellisi olan meclise ve onun kararlarına saygı duydu?
Sahi hangi yargı….