Osmanlının ileri gelenleri ve bürokrasisi tarafından çokça kullanılan bir deyim var; “Etrak-ı bi idrak”. Yani idraksiz, anlayışsız, cahil, aptal Türkler ..!

 

Kimdir bu idraksiz, anlayışsız Türkler?

 

Özünden kopan, adaletsizliğe prim veren, Selçuklu yönetimine karşı çıkan kolonizatör Türk Dervişleri… Yani Selçukluların Kürt, Gürcü, Rum, Ermeni asilleri ve Frenk şövalyeleri ile ancak yenmeyi başardığı Selçuklu’nun asli unsurları.

 

Devletin derleme kuvvetleri ile bastırılan ve zulüm edilen bu Horasan ehli Türk Şeyhleri, Babaları, Dedeleri, Abdalları ve Ahileri daha sonra Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu gerçekleştirenler olarak tarih sahnesindeki yerini almışlar. Osmanlı Devleti’nin kuruluş sürecinde Türkmen oymaklarının önemli bir rolü ve işlevi var.

 

Ama her ne oluyorsa oluyor, Osmanlı kuruluş sürecini tamamlar tamamlamaz, bu inanç önderleri ve toplulukları devletin yapısından tasfiye edilmeye başlanıyor. Türkmen oymakları sınır boylarına yerleştirildikçe yerlerine suni Kürt aşiretleri yerleştirilmeye başlanıyor. Böylelikle devleti kuran asli unsurlar, devletin merkezinden yavaş yavaş uzaklaştırılırken onların yerine devşirme bir yönetici sınıf üretilmiş.

 

Tarihçi Prof. Fuad Köprülü, Osmanlı’nın bir ırkı bir kavmi temsil etmediğini, siyasi bir kavramı ifade ettiğini söyledikten sonra, Selçuklular’ın bir devamı olan Osmanlılar’ın da bir Oğuz Boyu Türk Kavmi olduğunu hatırlatıyor.

 

Burada tarihi iyi bilen okuyucularımızın karşısında ukalalık etmeyeceğim ama bana göre Osmanlı Devleti’nin, asıl yıkılış sebebini bu asli unsurları ihmal ederek hazırladığını söylemek durumundayım.  Zira Osmanlı Beyliğini devlet haline getirenler, bu uğurda canını verenler, külfetini, çilesini çekenler, devletin bekası için her türlü fedakârlığı yapanlar, asırlarca devleti kutsal bilip omuzlarında taşıyanlara daha sonra kalkıp da “etrak-ı bi idrak” yani idraksiz, anlayışsız Türkler demek, hiçbir adalet anlayışına sığmamaktadır.

 

Özellikle Fatih Sultan Mehmet’ten sonra devletin hiçbir kademesinden “Türk” ifadesini duymamak, Karamanoğlu Mehmet Bey’in ve Aydınoğlu Beyliği’nin tarihimizdeki duruşunu net bir şekilde ortaya koymaktadır.  İstanbul’un fethinden sonra Türk vezirler görevden alınıp yerlerine, Enderun’da özel olarak yetiştirilen, Rum Zağanos Paşa gibi Rum, Hırvat, Sırp, Ermeni, Arnavut, Boşnak, Bulgar tam 34 vezir atanması, bu arada Türk olan Vezir Çandarlı Halil Paşa’nın idam edilmesi, hep “idraksiz Türkler” anlayışının ürünüdür bence…

 

Oysa o idraksiz Türklerdir ki, devletin yönetim makamları her ne kadar kendisine kapatılsa da, yüzyıllar boyunca sınır boylarında milletin huzuru ve refahı için canını dişine takmış,  canını feda etmiş, aç kalmış, açıkta kalmış, üretmiş, vergi ödemiş ama devletin bekası için hiçbir şekilde kendini başka bir kültürün emrine vermemiştir.

 

O idraksiz Türklerdir ki, yüzyıllar boyunca yalnızca savaşlarda ve vergi ödemelerinde hatırlanmış ve bunlar yetmezmiş gibi, Farsları kültür ve medeniyet merkezi, Arapları ise üstün ırk mesabesine koyan bir anlayış, bir virüs gibi Osmanlı’nın yıkılışını hazırlamıştır.

 

İngilizi, İspanyolu, Fransızı, Rusu, İtalyanı, Amerikanı; yeni topraklar kazandığında oradaki tebaanın dilini, dinini, kültürünü zorla değiştirmekte iken, o idraksiz Türklerdir ki, fethettikleri topraklarda yaşayanların kültürünü yaşatmak için özel gayret sarf etmişler, onları korumuşlar. 

 

O idraksiz Türklerdir ki, Malazgirt’te, Mohaç’ta, Tuna’da, Balkanlar’da, doğuda ve batıda, Çanakkale’de, Irak’ta… Velhasıl, vatan bilinen toprakların her karışında milleti ve devleti için canlarını ortaya koydular.

 

O idraksiz Türklerdir ki, civan gibi oğlunun şehit cenazesine sarılıp “vatan sağ olsun, bir oğlum daha var, gerekirse onu da bu vatana kurban ederim” dediler.  O şehit cenazeleri, her ne hikmetse hep elektrik parasını ödeyemeyen, suyu kesik, çatısı akan, kışın yakacak odunu olmayan evlerden çıktı…

 

O idraksiz Türklerdir ki, vatanı için kollarını, bacaklarını verdi. Ömrünün sonuna kadar tekerlekli sandalyeye mahkûm olduğunu bile bile “yine olsa yine giderim yüz kolum bacağım daha olsa bu vatan için yine feda ederim” dedi…

 

Ama hep hor görüldüler, hep ötelendiler…

 

Şimdilerde de aynı şeyleri teneffüs ediyoruz sanki.

 

‘Türk milliyetçiliği şeytandır, bize bunlarla gelmeyin’ denilirken, başka topluluklar için özel kanunlar, özel eğitim sistemleri, özel açılımlar ve makamlar hazırlanıyor.

 

İşte o idraksiz Türklerden biri olan Orhan Bey’in komutanlarından Emir Ali’nin Bizanslılar’dan aldığı İmralı Adası’na hiçbir idraksiz Türk gidemiyor örneğin. Her gün milletin namusu sayılan kürsülerden hainlik kusanlar için özel izinler çıkarılıyor.

 

Sanırım ben de idraksiz bir Türk’üm..! Anlamıyorum, anlamıyorum, anlamıyorum…

 

Mesela, neden İmralı’ya iki şehit babası ile bir de gazimiz gönderilmiyor… Hak onların değil mi? Affedecek olanlar da, haklarını helal etmesi gerekenler de, etmeyecekler de onlar değil mi?

 

Evet idraksizim..!