Camide içki içip sevişmişler(yalan olduğu belgelense de iki günde bir yaygaraya devam). Başörtüsü yasağı kalksın(sanki kalksa kendi takacak). Yasak bahane. Halkı ikiye bölecekler ya. Ama her seferinde ellerine yüzlerine bulaştırıyorlar. Gezi eylemlerinde “Başörtülü bacımızı dövüp üstüne işediler.” diye şikâyetçi oldular. “Elimizde görüntü var.” diye naralar attılar, ama görüntü olmadığı anlaşıldı. Kadının darp raporu bile yok. Alıştılar ya. Bir tuzak daha kuralım dediler. Ama yalancının mumu yanmadan söndü. 


Artık bu tür provokasyonları vatandaş yemiyor. Bir kadına hakaret varsa onun başörtüsüne, hatta kadın olduğuna bakılmaz. Haksızlık, mağduriyet varsa orada bulunan sağduyulu her vatandaş tartışmasız müdahale eder. Ama iş provokasyon olunca “başörtüsü, bacı, taciz” kelimeleri yan yana getirilir bir mesaj verilir. Dediğim gibi mantıklı olanlar bu tür yalanlara inanmıyor artık. Kafasını kumdan çıkarmayanlar hariç.


Hemen belirteyim çok dikkatli olmalıyız. Her an, hepimizin başına çorap örülebilir. İşte size güzel bir örnek. Yılmaz Özdil’in 24 Temmuzdaki yazısı “Başörtülü bacımızı trende linç etmeye kalktılar filan” Bu yazıyı okuyunca hayretler içinde kaldım. Özetleyerek aktarıyorum:


Barolar Birliği Başkanı Profesör Metin Feyzioğlu, Barolar Birliğinin iki yöneticisiyle birlikte Eskişehir’e gidiyor, Ali Hataylı henüz ölmemiş, hastanede ziyaret edip doktorlardan bilgi alıyor. Umutla bekleyen anne babası ve avukat ağabeyiyle görüşüyor. Günübirlik ziyaret sona eriyor. Barolar Birliğinin üç kişilik heyeti hızlı trene biniyor, Ankara’ya dönüşe geçiyor. Metin Feyzioğlu’nun cep telefonu çalıyor, arayan yabancı bir gazeteci, İngilizce gezi parkındaki polis şiddetini konuşuyorlar.


Bu sırada üç beş sıra önde oturan türbanlı bir kadın, onca boş yer olmasına rağmen yerinden kalkıp Feyzioğlu’nun önündeki sıraya geçiyor, kulak kabartıyor. Sonra fırlıyor ayağa: “Yalan söylüyorsun, polis kimseye zarar vermiyor, hem bunları söyle, hem de bizim yaptığımız hızlı trene bin. Git kara trene bin.” diye bağırıyor. Sonradan bu kadının, kalkınma bakanı yardımcısı, eski AKP milletvekili eşi Zahide Ceylan olduğu anlaşılıyor. Ceylan hanımın, öldürülen 5 genç, gözü çıkartılan 11 kişi, kafatası parçalanan onlarca kişiden, hastanelerde halen komada olanlardan, yaralananlardan haberi yok galiba. Bu hanım daha önceleri de arabasını yol ortasına park edip yolu kapatmış ve yol isteyen bir aileye karşı saldırgan tavrı nedeniyle karakolluk olmuştur. Bu olayda ise beylik cümle olan ”Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” sözünü de ettiği ifade edilmiştir.  Özdil’in dediği gibi hızlı trenin niye hepimize ait olmadığı anlaşılamıyor. Çünkü kara tren Cumhuriyet kurucularının, iki ayyaşın treni, hızlı tren AKP’nin treni hanıma göre. Yani biz ulusalcılar, Atatürkçüler ve yurtseverlerin yeri kömürlü 3. sınıf kara tren. Be hanım Atatürk vatanı kurtarmasaydı senin yerin, mevkiin neresi olacaktı, hiç düşündün mü?


Feyzioğlu sakin bir şekilde “Lütfen, insanların telefonda konuştuklarına müdahale edemezsiniz.” diyor. Hepsi bu. İkinci cümle yok. Kadın hem söylenmeye devam ediyor, hem de cep telefonuyla fotoğraf çekmeye çalışıyor. O sırada, bir adam “Utanmıyor musunuz tek başına bir kadına yüklenmeye?” diyor.
Durum anlaşılıyor. Hır çıkması için bir çaba var. Büyük ihtimal son durakta, yandaş medya kamerası ile karşılama töreni yapılacak. Akşam haber bülteninde ayılma-bayılmalı sansasyon bir haber. Feyzioğlu ve arkadaşları, bir durak önce inmeye karar veriyor. Tren Sincan’da duruyor, inmek için harekete geçince kadının telefonda konuştuğu kişiye “Hay Allah iniyorlar.” dediği duyuluyor. E sürpriz tabii...


Aynı gün kadın yaşadıklarını sosyal medyada paylaşıyor: “Beni de linç edeceklerdi. Ancak Allah ayaklarına dolandırdı.” Bir ay sonra, savcılığa suç duyurusunda bulunduğu ortaya çıkıyor. Feyzioğlu için hakaretten, barolar birliği yönetim kurulu üyeleri Sabri Çepik ve Kürşat Karacabey hakkında yaralamaya teşebbüsten soruşturma açılıyor. Ancak Allah asıl onların ayaklarına dolandırıyor. Çünkü trende Sabri Çepik yok! Yaralamaya teşebbüsten işlem yapıldığına göre, kadına fiziken saldırmış olması lazım. Ama trende bile değil.


Çünkü “Başörtülü kadına saldırdılar.” diye manşet üstüne manşet atan gazeteciler, “Kardeşim, bu adamlar kadına saldırırken kartvizit mi verdi, kadın bunların adını nerden biliyor. Polis yok, tutanak yok. hadi Metin Feyzioğlu’nu tanıyor diyelim, öbürlerinin alınlarında mı yazıyor?” diye sormuyorlar.
Peki, bu nasıl oluyor? İşin aslı şu. Metin Feyzioğlu, Sabri Çepik ve Kürşat Karacabey adına üç gün önce bilet alınıyor. Seyahat günü, Sabri Çepik’in katılması gereken bir toplantı çıkıyor. Ankara’da kalıyor. Eskişehir’e bir başkası gidiyor. Ama suç duyurusundan anlaşıldığı gibi bilet alındığında iddianame çoktan yazılmış. Ancak türbanlı kadını trende yaraladı denilen saatte, Çepik bir proje için, Adalet Bakanlığıyla toplantıda. Yani dava konusu “Trende yolculuk yapan türbanlı kadını, trende olmayan kişi yaraladı.” Mağdure “Kalkınma bakanı yardımcısının eşi.” Sanıkların şahidi Adalet Bakanlığı. Bakalım bundan nasıl sıyrılacaklar. Halkın yüzüne nasıl bakacaklar.


Özdil sonunda diyor ki: “Yandaş medyaya buradan çağrıda bulunuyorum. Başörtülü bacımıza trende saldırdılar fiyaskosundan bir şey tutturamayacağınız belli. Sincan’da indiklerine göre, kesin 28 Şubatçıdır bunlar, bence oradan deneyin!” Bence de aynen öyle. Saygılarımla hoşça kalın.