“İnsanın Kavgası Kaderle Değil, Kelimelerle” *(1)

Analitik düşünme yeteneği kazanamadan bu dünyadan göçüp gitmek nasipsizlik olarak insana yeter diye düşünüyorum.

Abone Ol

       Meselelere, düşüncelere, fikirlere, siyasete ve siyasîlere, militarist değerlere, ideolojilere, olgu ve olaylara son derece sığ bir yaklaşımla eğiliyoruz ve bu sebeple payımıza düşen radikal seviyede fanatiklik ya da radikal düşmanlık oluyor. Mâkul ve itidal üzere olamıyoruz. Neyi benimsediğimizi ya da kökten reddettiğimizi tam olarak bildiğimizi söyleyebilmek de mümkün değil. İnsanlığın çok küçük bir kısmı dışında maalesef geriye kalanı bu durumda. İnsanlığın belki de varoluşundan bu yana bir türlü sağlam temeller ve değerler üzerinde birliktelik kuramaması ve buradan hareketle insanlık yararına adımlar atamaması en basit ifadeyle eleştirel düşünememesinden ileri geliyor. Bireylerin ve toplumların cenderesinde olduğu çıkar ve haz odaklı dünya görüşü, ilişkileri de bu perspektif üzerinden şekillendiriyor. Sonrasında ise kavramlara verilen dar ve/veya yanlış mânâlar makro ve mikro ölçekteki tüm ilişkileri onulmaz bir akıbete sürüklüyor. Bu durumu yüzyıllardır insanlığın akan kanının durmamasının sebeplerinden biri olarak görebiliriz. Çözüm için mucize aramaya gerek yok. Yapmamız gereken münferit ve toplumsal olarak kendimize dışarıdan bakabilmek ve görebildiklerimizi doğru okuyup anlamak ve anlamlandırmak ve bununla da yetinmeyip daha derin analizin yollarını aramak. Bunun yolu da yordamı da okumak ve araştırmaktan geçiyor. Ancak bu minvâl üzere hareket edebilirsek söz konusu kırılgan zemini sağlamlaştırma imkanına erişebiliriz.


‘Eleştiri ve sorgulama aklın dindarlığıdır.’ 
Martin Heidegger

Tanımlama Gücü
    Mevcut dünya konjonktüründe kelimelerin ve kavramların insan düşüncesi ve dolayısıyla eylemleri üzerinde ne kadar büyük bir etkiye sahip olduğunu özellikle ve önemle belirtme gereği duyuyorum. Bir nevi George Orwell’in kült eseri “1984”’te anlatılan bir dünyadayız. Küresel hegemonyasını son bir asırdır son derece sert ve kanlı bir şekilde devam ettiren ABD, kelimelerin ve kelimelerin etkili kullanımının (retorik) insan psikolojisi üzerindeki belirleyici ve yönlendirici etkisini fevkâlade güçlü bir silah olarak kullanıyor. Elinde bulundurduğu küresel medya gücünü de kullanarak, yüreğimiz kan ağlayarak izlediğimiz katliamları son derece yumuşak ve ılımlı bir tanım/tanımlama ile manipüle ederek gerçekçi düşünüp gerçekçi ve yararlı eylemlerde bulunmamızı engelleyebiliyor. Söz gelimi, 7 Ekim’den bu yana Gazze’de devam eden katliamı dünya basınına “Gazze Sorunu” şeklinde bir tanımlamayla servis ederek meseleyi olduğundan farklı gösterebiliyor. Ya da yukarıda da ifâde ettiğim gibi meseleyi daha gerçekçi analiz edip sağlıklı sonuçlara ulaşmamızı engelleyebiliyor. Halbuki Gazze’de bir sorun yok, Gazze halkının dünyanın gözü önünde yok edilişini izliyoruz an be an. İşte bu tanımlama gücüne sahip olamadığımız yahut yapılan tanımlamayı yapısöküme uğratacak analiz beceresine sahip olamadığımız vakit yönlendirilmeye (edilgenlik) zemin hazırlamış oluyoruz. Ağlayıp sızlayıp bir kaç gün sonra unutmakla dün Irak’a, Afganistan’a, Cezayir’e; bugün Suriye ve Filistin’e ve yarınlarda (Allah göstermesin) başka bir İslam coğrafyasına yapılacak zulme fiili olarak engel olamayız. Böylesi zulümlere engel olamadığımızda ise şu ilâhi ikâza muhatap olmuş oluruz:


“Size ne oluyor da, Allah yolunda ve "Ey Rabb'imiz! Halkı zalim olan şu kasabadan bizi çıkar; bize kendi katından bir veli (koruyucu, sahip) gönder, bize kendi katından bir yardımcı gönder" diyen zayıf düşürülmüş erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” Nisa Sûresi/75. âyet


İdeolojiler
“İzmler, üzerimize giydirilmiş deli gömlekleridir.” diyor Üstad Cemil Meriç. 
     IXX. ve XX. y.y ideolojilerin neşvünema bulduğu bir zaman dilimi olarak karşımızda duruyor. Bir değere ve anlam’a tutunma ihtiyacını ruhunun derinliklerine kadar hisseden insanoğlu, karanlık Ortaçağ’daki kilise despotizminin yanısıra Fransız İhtilali’nin bugünlere miras kalan etkisinden dolayı dine karşı olabildiğince mesafeli duruyor. Buna ek olarak din adamı kisvesiyle ortaya çıkan kişi ve grupların akla ziyan söylem ve eylemleri ise bu yangını körüklemekten başka bir işe yaramıyor. Böylesi bir vasatta ortaya bir çok ideoloji çıkıyor ya da var olan ideolojik öğretiler azımsanmayacak ölçüde talep görüyor. Söz konusu ideolojiler ya dini kökten reddediyor (pozitivizm) ya dine dinamik yaşam olgusu içerisinde kısmî bir rol veriyor (sosyalizm, laisizm, sekülarizm) ya da yer yer din de kullanılarak gûya güç ve iktidarı ve yönetimi halka atfediyor. (cumhuriyet, demokrasi) Her şart ve koşulda bu ideolojierin jargonlarında bulunan kelime ve kavramlar ustaca ve sinsice kullanılıp toplumlara bir zehir gibi içirilerek doğru ve sağlıklı düşünmenin önü kesiliyor. Sonrasında ise sanki başka dünyalardan gelmiş ve aynı havayı solumayan, aynı suyu içmeyen, ez cümle aynı yaratılışa sahip değiller gibi insanlık kutuplaştırılıp birbirine kırdırılıyor. İsmini zikrettiğimiz ideolojik öğretilerin insanlığa barış, huzur, refah, sükûn ve emniyet getirmediği ve oluk oluk insan kanının akıtıldığı tarihsel gerçeklik ortadayken en azından bundan sonra tüm bunların önüne geçebilmek için insanların sığınacakları değişmez bir ölçü, başvurabilecekleri bir son söz mutlaka bulunmalıdır. Gâyet tabii bu ölçü mutlaka insan dışı bir kaynağın eseri olmalı, bu son söz insan ihtiraslarından, insan yetersizliğinden ve insan bilgisizliğinden etkilenmeyen âdil bir hâkimin sözü olmalıdır.

“İnsanlar tek bir ümmet idi. Allah peygamberleri müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdi. İnsanların anlaşmazlığa düştükleri konularda aralarında hüküm vermek için peygamberler ile birlikte hak içerikli kitap indirdi.” Bakara Sûresi/213. âyet


Kavgamız Kader’le değil ve Kelimelerle
     Bizleri (insanlığı) birbirimize düşüren, içeriği boşaltılmış ve bir kaç gruba hizmet etmek için farklı bir mânâya evrilmiş kelimeler ve kavramlardır, kader değil. Bir kavramın karşılığının sana göresi bana göresi ol(a)maz. Kavramlara; kendi kültürümüz, örfümüz, tarihimiz, dinimiz, mezhebimiz ve meşrebimizce anlamlar yüklüyoruz. Bilhassa insan ilişkilerinin taşıyıcı kolonları olan kavramlar evrensel olarak müşterek bir mânâ temelinde kabul edilebilmelidir. Söz gelimi; ahlâk kavramının, namus kavramının, adaletin, doğruluğun, dürüstlüğün farklı bir kültürde başka anlamı olmamalı. Buradan çıkan düşünce farklılıkları kutuplaşmalara sebep vererek insanlığı birbirinden koparıyor. Buna izin vermemek için teyakkuzda olmalı ve mutlak değerlerin peşinden koşmalı ve kopmaz bir ipe *(2) tutunmalıyız. Düşüncelerimizin filizlenme imkanı bulduğu ve yine düşüncelerimizin temeli olan doğrularımızı ve değer yargılarımızı yerel formlar değil ilâhi kâideler belirlemeli.

Saygı ve hürmetlerimle…


Dipnot:

*(1) Cemil MERİÇ

*(2)Âli İmran Sûresi/103. âyet

Açıklama: Bu yazı, İktibas Dergisi Mart sayısında yayımlanmıştır.