1930’lu yılların ortalarında, 40 bin köyün 35 bini öğretmensizdi. Öğretmen okulları yılda 300–350 mezun verebiliyordu. Bir milyon 700 bin çocuktan yalnızca 300 bini okula gidebiliyordu. Bunlardan da 300’ü bir üst okula devam edebiliyordu. Açıkçası sorunun çözümü için yıllarca beklemek gerekliydi. Üretim araçları ağaların elinde idi. Köye, kırsal kesime bir doktor, hemşire ve ebe gitmezdi. Hastalar üfürükçülerin, muskacıların, ermiş gözü ile bakılanların eline düşmüştü. Peki, bu sorun nasıl aşılabilecekti?
Çözüm, Cumhuriyetin kurucusu ve Türk devriminin önderi Mustafa Kemal Atatürk’ten gelir. İlk adım Köy Eğitmen Kursları uygulaması olur. Böylece eğitim devriminin üçüncü ayağının temeli atılır. Ulu önderin ömrü, projeyi tamamlamaya yetmez. Türk devriminin gerçekleşmesinde O’nun hep yanı başında olan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile projenin sahipleri Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç bayrağı devralır. 17 Nisan 1940’ta çıkarılan yasa ile Köy Enstitüleri kurulur. Böylece dünyanın en özgün eğitim atılımı uygulamaya geçirilir.
Ancak karşı güçler hemen aleyhte girişimlere başlar. Bazı milletvekilleri daha mezun bile vermeyen bu okullar için “Bunlar yetiştiklerinde bizim başımızı keserler.” derler. 2. Dünya Savaşının zor koşullarına karşın açılan 21 Köy Enstitüsü, daha doğrusu aydınlanma ocağı ışık saçmaya başlar. 20 bine yakın mezun verilir. Ancak üçüncü adımın tamamlanması için en az 40 bin mezun, yani 10–15 yıl daha gereklidir. Olmaz, buna izin verilmez.
CHP’den ayrılıp Demokrat Partiyi kuranların içinde toprak ağası, şeyhler, dedeler vardır. Bunlar elbette Köy Enstitülerine karşı olacaklar. Çünkü bu okuldan yetişecek gençler ağalığa, aşiret düzenine baş kaldıracak, şıhların ve şeyhlerin eteklerini öpmeyecek, ağalık düzenini ve köylünün fakirliğini sorgulayacaklardır. Bu durum çıkarcıların hoşuna gider mi?
Hatta CHP içinde kalanlardan da, Köy Enstitüsüne karşı homurdanmalar gün geçtikçe çoğalmaya başlar. . Güçlerinin azalmaması için istifalar durdurulmalıdır. Bir gün, Kepirtepe Köy Enstitüsüne ziyarete giden Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, bir kız öğrenciye, çantasında neyin olduğunu sorar. Kız çantayı açıp göstererek, “ Bir parça ekmek, bir parça köfte ve birde Dünya Klasiklerinden bir kitap “der. İnönü mutlu olur. Etrafındakilere dönerek, “Ne zaman Türkiye’de, erinden generaline, sade vatandaşından Cumhurbaşkanına kadar, herkes, ekmekle kitabı bir araya getirebilirse, gerçek kalkınma başlamıştır demektir “diyen İnönü, yandaşlarının baskılarına dayanamayarak, Hasan Ali Yücel ve İsmail Tonguç’u görevden alır. 1950 seçimleri ile tek başına iktidar olan Demokrat Parti tarafından 27 Ocak 1954’te Cumhuriyetin en ışıltılı eğitim atağı olan Köy Enstitüleri kapatılır.
Köy Enstitüleri kapatılmasaydı neler olurdu? Şöyle bir sıralayalım.
Her şeyden önce terör ve siyasi cinayetler, yoksulluk, hırsızlık, gasp olmazdı. Hapishanelerimiz dolup taşmazdı. Paralı eğitim olmaz, okumayan çocuk kalmazdı. 81 ile öğretmensiz, araç gereçsiz üniversite açmazdık. Atatürk heykellerini yıkmaz, resimlerini yırtmazdık.
Köyden kente göçler olmazdı. Çorak toprak kalmazdı. Dışardan sanayi ve tarım ürünleri almazdık. İhracatımız ithalatımızdan az olmazdı. Üretim yapmayan fabrikalar açılmaz, üretim yapan fabrikalar yıkılmazdı. IMF’nin oyuncağı olmaz, ona yalvarmazdık. AB’ye yalvarmaz, küçük düşmezdik.
İşte olmayanların bir kısmı. Neler kaybetmişiz neler.
Hoşça kalın.