Laiklikten korkan değerli dostlar, korkmayın laikliğin kimseye bir zararı olmaz. Laiklik aslında insanın ibadetini kolayca, baskı altında kalmadan yapabilmesi, inancında özgür olmasıdır. Bugüne dek laik bir cumhuriyette yaşadınız. Kim size “Namaz kılmayın, oruç tutmayın, Allah’a inanmayın.” dedi? Ben de dahil hepimiz ibadetimizi yaptık, inancımız engellenmedi. Sizi korkutanlar, din tüccarları. Gerçek Müslümanlar değil. Dini çıkarları için kullanıp bundan zengin olmak isteyenler.
Laiklikte herkes din ve inancında özgürdür. Kimsenin inancına, ibadetine karışılmaz. Devlet, tüm din ve inançlara saygılıdır. Laiklikte biri başkasına “Niçin namaz kılmıyorsun ?”, “Neden oruç tutmuyorsun?”, “Neden Allah’a inanmıyorsun?” diyemeyeceği gibi, “Neden namaz kılıyorsun ?”, “Neden oruç tutuyorsun ?”, “Neden Allah’a inanıyorsun ?” da diyemez.
Lâiklik, kesinlikle din düşmanlığı değildir. Aksine din duygusuna saygılı olmaktır. Şunu hemen ekleyelim ki Atatürk din düşmanı değil, yobazların, tutucuların, dini kendi çıkarları için kullananların ve gericiliğin düşmanı idi.
Bir insan gerçek bir Müslüman ise, Atatürk’ü baş tacı yapması gerekir. Yunanlıların İzmir’den kaçarken yaktıkları camileri yeniden yaptıran Atatürk’tür. İşgal altındaki ülkelerde kılınması zorunlu olmayan Cuma namazını kılma olanağını Anadolu Müslümanlarına sağlayan Atatürk’tür. Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun 4.maddesinde, din adamı yetiştirmek için ayrı okullar öngören de O’dur. Ancak tüm bunlar, eski düzen özlemcilerinin, her yeniliğe karşı çıkmalarını, Atamızı dinsizlikle suçlamalarını engellememiştir.
1994’ün ilk aylarında ölen Fransa Müslümanlarının manevi lideri Şeyh Abbas Atatürk’ün İslam’a karşı tutumunu şöyle değerlendiriyor:
“Osmanlı’nın çöküşünde din adamları çok olumsuz rol oynadılar. M. Kemal din adamlarının hatalarını ve yarattıkları tehlikeyi anladığı için devrimine önce onlardan başladı. O’nun savaş açtığı din adamlarının tanıttıkları, savundukları İslam ile gerçek İslam arasında dağlar kadar fark vardı. Osmanlı Devleti’nin çöküşüne İslam’ın yanlış tanınması, yorumlanması neden olmuştu. Atatürk cahilliğe karşı savaştı. İslam’a karşı değil.”
Yine İran Halkın Mücahitleri Örgütünün önderi Mesut Racavi, bakın ne diyor:
“Ben istemez miyim İran da Türkiye gibi laik bir Müslümanlar ülkesi olsun? Ama benim ülkem Türkiye’den yüzyıllarca geri kaldı. Bize Atatürk gibi bir önder lazımdı. Şah geldi. Siz çok şanslı bir ülkenin çocuğusunuz!”
Görüyorsunuz, İran’daki mollalar Atatürk’ün değerini anladı da, bizim Türkiye’deki İranlılar değerini anlayamadı.
Biz yobazı camide değil sokakta arayacağız. Din adamının toplumsal bir görevi vardır. Halkın bir parçasıdır. Oysa yobaz, halkın temiz din duygularını kendi çıkarlarına alet eder, onları sömürür. Cumhuriyet devrimleri ne din adamına, ne de dine karşı olumsuz bir tavra sahiptir. Lâik olmayan bir toplumda din özgürlüğü değil, ancak din baskısı vardır.
Laiklikte yurttaşların inançları kötüye kullanılmaz. Laiklik olmasaydı, devlet dini kontrol etmeseydi, Türkiye’nin durumunu şöyle bir gözünüzün önüne getirin. Sahte din tüccarları, din çıkarcıları halkın temiz din duyguları ile oynayarak ortalıkta cirit atacaklardı. Hatırlayın, genç kızlarımızın(hem de üniversite mezunu), Aczmendilerin lideri Müslüm Gündüz gibi sahte Müslümanlarca imam nikâhı ile nasıl kandırıldıklarını. Zamanında izledik, gördük. Bu, bilmem kaç bin olayın bir tanesiydi. Günümüzde sayısı bilinmeyen tarikat şeyhinin, hem de evli kadın müritleri ile imam nikâhlı olarak yaşadıklarını duyuyoruz. Eğer laiklik olmasaydı, bu şeyhler, dervişler, sahte Müslümanlar açıkça fal bakıp, muska yazıp, büyü yapıp saf temiz Müslümanları çıkarlarına alet edip kısa yoldan zengin olacaklardı(zaten oluyorlar ya).
Geçenlerde Vatan gazetesinde Süleyman Ateş’in köşesinde bir yazı okudum. Bir okuru soruyor: Bir arkadaşı semtimizin cami imamına “Peygamberimiz hangi mezhebe ve imama göre ibadet etti” diye sormuş. “İmamı Azam Hazretleri’nin içtihadına uydu” şeklinde yanıt almış. O da “Hocam Peygamber Efendimizin zamanında mezhepler var mıydı” deyince İmam, “Ben seni hiç camide görmedim” diyerek orayı terk etmelerini istemiş. “Bu insanların kafasını karıştırma” deyip hızla uzaklaşmış.
Sayın Süleyman Ateş yanıtlıyor: “Hz. Peygamber’in İmamı Azam’ın içtihadına uyduğunu söyleyen imam, cahil kelimesinin dahi ifade edemeyeceği kadar cahildir. İmamı Azam, Hz. Peygamber’in vefatından 70 yıl sonra doğmuş, Peygamber’in yolunda âlim bir mümindir. O imam denilen kişinin hiçbir sözüne güven olmaz. Bu cahil adamı Diyanet’e duyurun. Böyle bir cahil nasıl namaz kıldırır camide?”
Sonuç olarak, Cumhuriyetin yaşatılması ve demokrasinin tüm koşulları ile birlikte uygulamaya konabilmesi için devletin yanında toplumun da laik olması zorunludur. Laiklik ilkeleri aynı zamanda demokrasinin de ilkeleridir. Günümüzde ortaya atılan bazı düşünceler var. “Devlet laik olur, insan laik olmaz.”, “İslamiyet ile laiklik bir arada olmaz.”, “Bir insan hem laik, hem Müslüman olamaz.” gibi. Bunların tümü laikliğin ne olduğunu bilmeyen din sömürücülerinin, din devleti özlemi çeken kişilerin düşünceleridir. Bunlar bilmezler ki laiklik özgürlük ve hoşgörü demektir, eşitlik demektir, çağdaşlık, uygarlık ve insanlık demektir. Laik toplumu yaratamazsanız, demokrasiyi gerçekleştiremezsiniz, laik devlet ve cumhuriyeti yaşatamazsınız, çağdaşlığı yakalayamazsınız.
Türk Devrimi, koyduğu yasalarla yalnızca dinin dünyadaki egemenliğine itiraz etmiş ve temiz bir inanç ve ibadete müdahale etmemiştir. Laiklik ilkesinde ısrar ediyoruz. Çünkü ulusal iradenin insanlığa mal olmuş kutsal din özgürlüğü laiklik sayesinde korunabilmektedir. Bu ilke hem yobazın, hem din çıkarcılarının, hem de sahte Müslümanların başında asılı büyük bir güçtür. Bu gücü yok etmeye, yerinden oynatmaya kimsenin gücü yetmeyecektir.
Hoşça kalın.