“Varlığım Türk varlığına armağan olsun.”
2017’ye katliamla girdik. 2015 yılını da içine alan zaman diliminde gerçekleştirilen 25’den fazla Terör eylemlerine bir göz atarsak karşı karşıya olduğumuz terörün bilinenden farklı bir terör olduğu kanısına varmamız hiç de zor değildir. Yıllardır siyasi amacı olan örgütler, devlet karşısında zayıf olduklarından amaçlarına ulaşmak için zaman zaman terörizmi bir araç olarak kullanmıştır. Siyasi amaç taşıyan örgütlerin başvurduğu terörizm asla kabul edilemez olsa da bir sınırı, bir insafı vardı. Kendi tabanlarında ve dünya kamuoyunda meşruiyetlerini kaybetmemek için saldırıyı sınırlı tutarlar, genelde devleti ve güvenlik kuvvetlerini hedef alır, sivillere yönelik pek saldırıda bulunmazlardı. Gelinen noktada Reina saldırısı, Anka Gar saldırısı ve İstanbul saldırılarında olduğu gibi bazı terör saldırıları doğrudan sivil halkı, masum insanları hedef almakta, adeta katliam yapmaktadır. Siyasi hedefleri olan örgütlerin böyle bir katliamı planlayıp hayata geçirmesi nerdeyse imkânsız gibidir.
Bu tür saldırılara ilk defa 2000 li yılların başında Ortadoğu ülkelerinde şahit olmuştuk ve bu saldırılar toplumun mezhepsel eksenine saldırmış ve sonuçta iç savaş çıkarılmış ülkede rejim değişmiş ülke üçe bölünmüştü. Geçmişte Sivillere yönelik yapılan bu tür saldırıların hangi örgüt yaparsa yapsın, kim üslenirse üslensin, perde arkasında mutlaka ve mutlaka bir veya birkaç yabancı istihbarat örgütü hep çıkmıştır. Dolayısıyla bu saldırıları sadece terör kelimesiyle tanımlayamayız. Arkasındaki dış mihrakların katkısını da içine alacak şekilde tanımlarsak şayet karşımıza “MANİPÜLE EDİLMİŞ TERÖR” kavramı çıkar. Siyasi tabana dayanan terör eylemlerini önlemek mümkündür. Ancak Manipüle olmuş terör saldırılarını önlemek hiç de kolay değildir. Çünkü dışarıda besleyen yardım eden bir hamisi vardır ve asıl o haminin hedefindesinizdir. Manipüle edilmiş terör, hedef ülkenin yumuşak karnına saldırır, yarasını kaşır. Amaç ayrışım noktalarını bulup tetiklemektir. Bu tür terör saldırılarını önlemek zor olduğundan izlenecek en mantıklı yol derhal yaranızı sarmak, yumuşak karnınızı korumaya almaktır. “Terör, ülkemizi istikrarsızlaştırmak istiyor, kardeşi kardeşe kırdırmak istiyor” söylemlerinde bulunmak yetmez mutlaka etkin siyasi tedbirleri de almak gerekir.
2011 yılında Suriye’de iç savaşın ayak sesleri duyulmaya başladığında hem Esad Hükümeti hem de Müslüman Kardeşler Örgütü, kurulan tuzağı biliyorlardı. Taraflar ülkenin bir iç savaşa sürüklenmek istendiğini, böylesi günlerde etnik ve mezhepsel kökene bakılmaksızın herkesin sımsıkı birbirine kenetlenmesi gerektiğini, bağıra bağıra meclislerinde söylediler, yazılı ve görsel basında dile getirdiler, sokaklarda haykırdılar. Ama sonuç değişmedi. Ülke göz göre göre iç savaşa sürüklendi. Çünkü siyasi irade, sinir uçlarındaki gerginliği azaltacak siyasal tedbirleri almadı. Mutlak iktidarından vazgeçemedi.
Oysa mutlak iktidar sahiplerinin, ülkede istikrarsızlık başladığında iktidarlarını kaybetme korkusu, üst aklın bir ülkeyi iç savaşa sürüklemek için manipüle ettiği, kullandığı, faydalandığı en büyük araçtır. Tek adam liderliğindeki iktidardaki seçkin grup ve onu destekleyen büyük halk kitleleri ülkenin verdiği yeni kurtuluş savaşından ancak ve ancak kendi mutlak iktidarlarının devamıyla çıkılabileceği yanılgısına kapılır. Kendilerinden başkasının ülkeyi kurtarma şansı yoktur. Hatta diğerleri eylem ve söylemleriyle ülkenin bekasına kast etmektedir şeklinde düşünceler barındırırlar, işte tam bu ortamda Manipüle edilmiş, kurgulanmış Terör boş durmaz ve sinir uçlarına dokunmaya, ayrışım noktalarına baskıyı artırmaya devam eder. Tüm bunlar olurken siyasal iktidarın baskı altına aldığı muhalifler mevcut iktidara iyice düşman olur ve sonunda ülke bir noktada patlar. Suriye’de olan tam olarak budur.
Yılbaşı akşamı sembolik anlamı olan bir gece kulübüne yapılan saldırının Türkiye’deki laik-dinci eksenindeki fay hattını tetiklemeye çalışan bir Manipüle terör saldırısı olduğu ortadadır. Ülkemizin hedef tahtasında olduğunun artık hepimiz farkındayız. Peki, Suriye’nin düştüğü bu tuzağa düşmemek için ne yapmalıyız?
Evvelden beri sahnelenen bir oyundur; Bir ülkeyi istikrarsızlaştırıp, iç savaşa sürükleyip parçalayacaksanız o ülkede toplumsal gerilimi tırmandırarak ülkeyi kutuplaştırarak, kutupları birbirine saldırtacak nefret seviyesine ulaştırmanız gerekir. Geçmişte ve günümüzde hep bu yapılmıştır. Bu plana en uygun ortam ise ancak kendinden başkasına hayat hakkı tanımayan diktatörlüğe varan baskıcı yönetimlerle hazırlanabilir.
Günümüzde Türkiye’nin en büyük gündem maddesi Anayasa değişikliği ve başkanlık sistemidir. Başkanlık sistemine geçilecek olması Türkiye’de en az nüfusun yarısı üzerinde büyük panik yaratıyor. Anayasa teklifi maddelerini inceleyenler yeni teklifin ülkeyi tek adam yönetimine götüreceği kaygısındalar. Yeni anaya değişikliği ile Cumhurbaşkanına verilmek istenilen yetkilerin, Suriye Anayasasının Esad’a tanıdığı yetkilerle aynı olduğunu söyleyenler bile var. Bu durum, kasıtlı olarak muhalif kitle üzerinde ciddi endişeye yol açan bir durum haline getirilmiştir. Bu insanlar artık başkanlık ile birlikte Türkiye’de kendilerine hayat alanı kalmayacağını, tarikatların ve cemaatlerin devleti tamamen ele geçireceğini, radikal İslamcıların günü geldiğinde herkese zorla din dayatacağını, zamanla ülkenin Suudi Arabistan’a, Afganistan’a, İran’a döneceğini düşünüyor. Hali vakti yerinde olanların bazıları şimdiden ülkeyi terk etme planları yapmaya başlamış vaziyette. Peki, geride kalanlar ne yapacak? Ya gidişatı kabullenip sinecekler ya da mecburen karşı çıkıp savaşarak yok olacaklar. İşte Manipüle olmuş terör’ün hedef alarak sinir uçlarına dokunduğu bu kesimdir ve bu kesim manipülasyonlarla bu yöne kanalize edilmek isteniyor. Yani Akp iktidarına karşı çıkmaya, tepki vermeye zorlanıyor. Öte yandan ülke siyaseti başkanlık sistemiyle iki partili yapıya zorlanır. Böyle olunca legal zeminde mücadele etmeye çalışan ideoloji partileri için mücadele zemini kalmayacağından onlar da radikalleşmeye, sistem dışına çıkmaya zorlanacaktır. PKK’nın şehirlerde yaptığı bombalı saldırılar bu gidişatın ilk işaretleri olarak algılanmalıdır. Mecliste temsil edilemezlerse seslerini başka yollarla duyuracaklarının ilk işaretidir bu eylemler. Başkanlık sistemiyle birlikte güney doğu halkının büyük çoğunluğu siyasal sistemde bir daha hiç temsil edilemeyeceklerini düşünecek. Çağdaş, Cumhuriyetçi, Milliyetçi ve Laik kesimler ise bir daha hiç iktidara gelemeyeceklerini düşünecek. İşte üst akıl bu kesimlerin umutsuzluğu üzerinden toplumun sinir uçlarına dokunmaya çalışıyor ve baskıyı arttırarak dokunmaya devam edecektir de.
Eğer başkanlık sisteminden vazgeçilmezse ya da başkanlık sistemi hayata geçerse, kuvvetle muhtemeldir ki Manipüle edilmiş Terör saldırıları artarak devam edecektir. Ne yazık ki Suriye’nin mutlak iktidardan vazgeçmeyerek önleyemediği tuzağı, biz parlamenter sistemden mutlak iktidara geçerek davet etmiş olacağız. Siyasi iradenin bu konuda aklıselim olarak düşünerek hareket etmesini beklemekteyiz.
Yani Ülkemiz üzerine kurgulanan oyunları bertaraf etmek için millet olarak bizlerin birlik beraberlik sağlamamız yeterli olmayacaktır. Siyasi tedbirler almak da şarttır.