Ne oldu bize?

Abone Ol
Genelde toplum olarak yaşantı şeklimizde istemediğimiz davranışlara veya olumsuzluklara gün geçmiyor ki maruz kalmayalım. Tabii ki temelinde çok farklı sebepler var. Hemen akla gelen bir kaçını sayacak olursak; kimi menfaatlere dayalı şahsi çıkar, bazen mesleki çıkar, çevre, günlük yaşantı şekli, maddiyat, en önemlisi ise toplumu ve bireyleri ayakta tutan değerlerimizin deformasyona maruz kalması. İşte en önemlisi de en son saydığımız olsa gerek. Komşumuza, akrabalarımıza, arkadaşımıza, hatta bazen çocuklarımıza bile tahammül ve anlayış göstermekte güçlük çekiyoruz.

                Peki ne oldu da herkesin birbirine olan saygı, sevgi, anlayış mefhumu yaşantımızdan çıktı? İnsanlar her an patlamaya hazır bomba gibi! Her kesimde ben en iyisini bilirim düşünceleri hakimiyeti. Evet dünya nüfusuna oranla kişi sayısı ülkemizde de çoğalıyor. Pasta dilimi küçülüyor ,mücadele oranı yükseliyor, okul sayısı çoğalıyor ama eğitim seviyemiz düşüyor. Teknoloji ilerliyor ama kişilere olan iletişimimiz kabalaşıyor, kitle iletişim araçları çoğalıyor ama doğru kullanmaktan bi haberiz. Kitap sayısı çok ama okuma oranımız düşük. İnsanlar evlerine geldiklerinde ya televizyonda dizilerin, ya da farklı programların esiri olmuş zira genelde evlerde ”TV sayısı birden fazla” ya da bilgisayarın bizler de dahil kapsamından ayrılmakta güçlük çekiyoruz. Hal böyle olunca bırakın çevreyi evin içindeki bile bazı olaylara maalesef uzak kalıyoruz.
 Değerli okurlar yukarıdaki saydığım olumsuzlukların temeline biraz olsun göz gezdirebilirsek, toplum olarak birbirimizi ne kadar anlamaya çalıştığımızı daha iyi analiz etmiş oluruz. Çok değil on beş yirmi sene öncesi komşuluk ilişkilerinin ön planda tutulduğu, karşılıklı güven ve itimat duyguları bir adap ve bir edep meselesi olarak algılanırdı, yakın geçmişte bir yazı okudum, şöyle diyordu; ”insanoğlu uzaya çıktı ama bir üst kat komşusuna çıkamadı” Ne kadar doğru bir söz değil mi? Eskiden eşleri çalışan aileler çocuklarını kreşe veya bakıcılarına değil komşularına bırakırlardı. Çocuk bırakılmayan komşular bu konuyu haya ederek işe giden komşunun yemeğini ve ev işlerini yaparak, bir birliktelik ve dayanışma içinde yaşarlardı. Çocuklar okuldan geldiğinde aynı mahallede sokak oyunları oynar, acıktığında ise ekmeğe salça sürülmüş yanında mevsimine göre soğan veya domates paylaşılırdı. Birinin evinde pişirilen az  da olsa komşuluk hakkı gözetilerek diğer komşuya da verirdi. Çarşı pazarda öğretmen, mahalle büyüğü veya saygı gösterilmesi gereken var ise en azından hafif bir tebessüm ile gereken saygı gösterilirdi. Mahallede komşu hasta olduğunda neredeyse  yardımlaşma seferberliği başlar, işlerinin gayrisiz devamı için herkes elinden geleni esirgemezdi. Evdeki TV, radyo müziğinin sesi komşuya rahatsızlık vermemek için evin dışına ses çıkmazdı. Esnaflar arasında ise gün içinde dükkanı kilitlemek komşulara itimatsızlık olarak algılanabileceğinden dükkan kilitlenmez, o esnada gelen müşteri olursa komşu dükkan yardımcı olurdu. Oysa şimdi herkes hızla dönen yaşam çarkının pervanelerini kendini kaptırmış. İnandığımız gibi değil, yaşadığımız gibi inanmayı esas edinmişiz.

                Akşam baba eve geç saatte gelir, çocuğunun dersi nedir bilmez, günde en az bir saat ev halkıyla temaşa etmez, zaten yorgun işten dönmüş, trafik çilesi, günde en az sekiz saat birileriyle veya işiyle meşgul,malum şartlar ay sonu borç, kira, kredi kartı yani maddi üzüntüyü eklersek, çok düşünmeye gerek yok yandı gülüm keten helva.

                Kıymetli okurlar yaşantı şeklimizi nasıl bir yarış edasında düşünüyor isek, bu yarışın içinde elbette güç engel parkuru da var. İşte önemli olan da bu parkurda slalomlara çarpmadan, takılmadan, ilerleyip  hedefimize ulaşmaktır. Kim istemez sabah evinden çıkarken çevresindekilerle selamlaşmayı, kavgasız , stressiz bir gün geçirmeyi? Çözüm sadece yakın akraba, komşu ilişkilerini, karşılıklı saygı, anlayış, hoşgörü, anne, baba ziyaretlerinin mutat tekrarında yatıyor.

                Hiç uzağa gitmeye gerek yok, kendimize nasıl davranılmasını istiyorsak karşımızdakine öyle davranmalıyız. İçinde bulunduğumuz kutlu doğum haftasını bir milat kabul edip, yaşamımızı modifiye ederek ,yeni bir sayfa açmayı denemek bizlere ne kaybettirir?   ”NE OLDU BİZE?” sorusuna yer vermemek ümidi ile.                                   
 SAYGI ve MUHABBETLERİMLE…