Kimi insanların yaşamında kırılma noktaları vardır. Yaşadığı bir olay, karşılaştığı bir kişi o güne kadar dünyasında yer eden kabul ve retlerini değiştirir. O andan itibaren farklı, o güne kadar izlediği yönün tersine bir yöne yönelir. Necip Fazıl da bu insanlardan birisidir. Yaşam öyküsüne, eserlerine baktığımızda üç belirgin çizgi açıkça görülür: şiir, tasavvuf ve düşünce.
Mekteb-i Fünûn-ı Bahriye’nin dördüncü sınıfını okumak istemez, ayrılır ve 17 yaşlarında Daru’l Fünûn’un Felsefe Bölümü’ne kaydolur. Yine bu yaşlarda Yahya Kemal, Refik Halit, Ahmet Haşim ve diğer ünlü edebiyatçıların yazdığı Yeni Mecmua’da şiirleri yayınlanmaya başlar. Ahmet Kutsi Tecer, Ahmet Hamdi Tanpınar fakülteden arkadaşlarıdır.
Böyle bir kumaşı dokuyan, ona yepyeni bir ‘ufuk’ kazandıran kişi ise Abdülhakim Arvasi Efendi’dir. Üstadı ile tanışmadan önce ‘her şey O’nda gizli bir düğüm’dür, bir ‘bilmece’dir, ‘yıkık ve şaşkın’dır, ‘rüyalarında bir cinneti’ içmekte, ‘ben kimim?” sorusunun yanıtını aramaktadır. Abdülhakim Arvasi Hazretlerini, Paris dönüşü, İstanbul’a dönünce tanır. Bu tanışmayı ruhunun ‘büyük zelzelesi’ olarak ifade eder. ‘Şu kadar yıllık kâinat’ O’na, ‘yeni baştan ve teker teker gerçekleştirilmeye muhtaç’ görünür.
O’nu tanıdıktan sonra bir hendeğe düşercesine kucağına düşer gerçeğin ve geçmişin de geleceğin de bilmecesini çözer. Biricik meselesi sonsuza varmaktır. Allah’a kulluk yapabilmek, zorlu nefsine diz çöktürebilmektir. Bu tanışmadan sonra artık evreni, insanı, insanın görevini belirlemiştir. Abdülhakim Arvasi Hazretlerini tanımadan önce çektiği acı ve sıkıntıyı ‘ağrı çeken diş’e benzetir. Yaşadığı buhranı İmam-ı Gazali ile karşılaştırır. Mürşidini bulduktan sonra da bütün dünyasının bir sarsılışta yıkıldığını söyler. Bu yıkılışı şöyle dillendirir: “Bana, yakan gözlerle bir kerecik baktınız Ruhuma büyük temel çivisini çaktınız”.
Abdülhakim Arvasi Hazretleri’ni tanıması, İslâm’a gönül vermesi ve Büyük Doğu’yu çıkarmasıyla birlikte Necip Fazıl’ın hayatında ve sanatında yepyeni ve çok farklı bir dönem başlar. Büyük bir fikrî ve ruhî değişim yaşayan şâir, Muhasebe adlı şiirinde, kendisindeki bu değişimi ne güzel anlatır:
“Ben artık ne şâirim, ne fıkra muharriri!
Sadece, beyni zonk zonk sızlayanlardan biri!
Bakmayın tozduğuma meşhur Bâbıâli’de!
Bulmuşum rahatımı bende bir tesellide.
Mürşidini tanıdığı an, kendi kendinin tam bir değişime uğradığını görür: ‘Her şeyi o türlü kaybettim ki Allah’ı buldum’ diyecektir. Önüne ‘yepyeni bir dünya’ açılmıştır ve bu tanışmadan sonra da ‘ağır bir borç senedi imzalamış’ olduğunu söyler. İmzaladığı bu borç senedi ‘nefsine diz çöktürebilirse’, inancını dillendirebilirse, haykırırsa bu borç ortadan kalkacaktır.
Sorular sorar, hatta mürşidini yönlendirmeye çalışır.
Mürşidi onu bu konuda şöyle uyarır: ‘Yolu İrşat ediciden beklemiyordun da, sen ona yol gösteriyorsun’ senin, sırtında dilediğin yolu aşmaya mahsus bir merkebe mi ihtiyacın var, bir rehbere mi?’ diye sorar. Mürşidinin çok sade, çok açık, ‘fikri, gözyaşlarının içinden süzülüyormuş gibi ağlamaklı’ bir sesle söylediği sözler O’nu can evinden yakaladığı gibi, ıstıraplarının, kişisel ve toplumsal sorunlarının nedenini de çözer. Ve sonrasında Büyük Doğu Dergisinde kapak olarak attığı başlık oldukça manidardır: ‘Allah’a itaat etmeyene itaat edilmez.’
Evet bu satırlardan da anlaşıldığı gibi Üstad’ın iki yaşantısı olmuş. Abdülhakim Arvasi Hazretleri ile tanışmadan önceki ve tanıştıktan sonraki hayatı. Öncesinden pişmanlık duymuş ve o sayfayı kapatmış. Sonraki yaşantısından da gurur duymuş ve bu yaşantısı ile bizim dilimize, gönlümüze Üstad olmuş. Rabbim ikinci bir yaşam tarzına ihtiyacı olan herkesin yardımcısı olsun ve herkese bu yolda bir rehber göstersin inşallah.
Saygılarımla, sağlıcakla.
Saygılarımla, sağlıcakla.