Günaydın! Güne böylesi sıcacık bir sözcükle başlamak, ne büyük bir ayrıcalık. Ya merhaba! Müthiş gizemli bir güç var bu sözcükte. Sözlüklerin açıklamaya çalıştığı anlamlardan başka tılsımlı bir gücü var sanki. Daha duyar duymaz bir ferahlık, bir huzur veriyor insana. En karamsar, umutsuz anımızda dostumuzun bir merhabası dağıtıverir içimizdeki sisi. Hele selam, bütün insanları barışta selamette birleştiren, buluşturan insanlığın en büyük buluşlarından biridir. Selam olsun, insanlığa selamı bahşedenlere.
E, hal böyleyken niye esirgeriz bir selamı birbirimizden? Üstelik bedava. Ne para ister ne mücevherat. Ve de “Selam Allahın’dır” selamı almak görev ise selam vermek borçtur. Gel çık işin içinden.
Büyük bilge şair Fuzuli’nin de ağrına gitmiş selamının alınmaması ve Şikayetnamesinde: “Selam verdim rüşvet değildir deyü almadılar” diye unutulmaz dizesini yazmıştır. Gerçi Fuzili’nin görmezden gelinmesinin nedenleri farklıdır. Ömrü boyunca maddi zorluklar çekmiş olan Fuzuli Kanuni Sultan Süleyman Bağdat’ı alında ünlü kasidesini Kanuni’ye sunmuş, Kanuni’de vakıf gelirinden artan bir miktarı Fuzuli’ye maaş olarak bağlanmasını buyurmuştur. Fakat vakıf görevlileri “Gelirler orduya ve vakfiyelerin bakım onarımına anca yetiyor” deyip Fuzuli’ye zırnık koklatmamışlardır. Ki hakikaten gelirler orduya anca yetmektedir. Fakat sıradan sunni şairleri altınlara bahşeden, ihsan ve lütuflarla el üstünde tutan ve kendisi de şiir yazan Kanuni’nin büyük şair Fuzuli’ye üç beş akçeyi layık görmesi hayret vericidir.
Nedenlerden biri Fuzuli Şii’dir, aşiriye mezhebindendir. Şiiliğin en güçlü olduğu NECEF ve KERBELA’da büyüyüp Bağdat’ta yetişmiştir. Hz. Ali’ye, Kerbela’yı, Safevi Sultanları’nı öven şiirler yazarak geçimini sağlamaya çalışmıştır. Ama şakşakçı, yalaka değildir. Bugün bile şairlerin önemsenmediğini, sadece şiir yazarak geçinemediklerini göz önüne alarak o devri tahayyüle çalışınız: Bir yanda din ve mezhep kavgaları, bir yanda Türk, Arap, İran Ulusları arasındaki savaşlar, dil ve kültür çatışmaları noktasında taassupun girdabına kapılıp gitmemiş, çağının bütün ilimi fen ve bilgisini edinmiş büyük bilge bir şair var karşımızda. Gelin görün Safebi hükümdarları, kendilerini din ve tarikat başkanı sayıp sairlerin övgü dolu kasidelerini kabul etmedikleri için ömrü yokluk içinde geçmiştir.
Türkçe, Arapça, Farsça şiirler divanlar kasideler yazan Fuzuli, eserlerini Sadrazam İbrahim Paşa’ya Şehzade 2. Beyazıt’a, Valilere, Beylere, Paşalara sunmasına rağmen beklediği ilgi ve taktiği göremez. Oysa Osmanlı Sultanlarına, Paşalarına övgüler yağdıran sıradan ve şimdi bir tek dizesi bile hatırlanmayan yüzlerce şair himaye edilip binlerce altınla takip edildiği halde Fuzuli’ye hak ettiği saygı ve ilgi gösterilmemiştir. Oysa beklentisi ilerlemiş yaşında sadece şiirle meşgul olabileceği kadar bir gelirdir. Bu da çok görülünce bu ruh haliyle, bir sanatçının hayal kırıklığıyla, kerem lütuf ve ihsan beklerken yaşadığı trajediyi alaycı bir dille dile getiren muazzam eserini yazar: Şikayetname.
Bugün dünyanın en önemli şehirlerinde hatta Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’de bile Fuzuli Bilim ve Edebiyat Akademileri kurulmuş, Fuzuli’nin heykelleri dikilip, parklara meydanlara ismi verilmiştir. Bizde böyle şeyler fevkalade fuzulidir. Olsa olsa hapse olmadı vatandaşlıktan atarız şairlerimizi, aydınlarımızı…
Hayatı maddi ihtiyaçlar ve sıkıntılar içinde geçse de eserleri dünyanın her tarafına yayılmış, sevilmiş, okunmuş ve taklit edilmiştir. Bütün teskireciler, her devrin en büyük şairleri onun kıymetini, önemini belirtmişlerdir. Çünkü divan şairleri aynı kaynaktan su içip aynı hava içinde yetişmiş ve yazmışlardır.
Bütün amaçları Aruz’da “Ustalık” göstererek Padişah’ın ve Vüzera’nın sofralarına, ihsanlarına sığınmaktır. Ancak Fuzuli bu değerlere selam durmamıştır. O insan ve toplum üzerine düşünüp yazmış bir şairdir. Bir kez selam verecek olmuş, onu da “Rüşvet değil” diye almamışlar. Taltif yok, takdir yok, sevgi, ilgi, beğeni olmadan nasıl yaşar bir sanatçı…
43 yıl sonra Tire’ye dönüp, bir apartman dairesine taşınınca bir tek komşuya selam verip de Fuzuli’nin durumuna düşme fırsatım olmadı. Apartmana taşınalı aylar oldu. Bir hoş geldiniz diyen yok. Koca apartmanda ayda bir görüştüğümüz bir kişi var. O da ev sahibi. Kiraya almaya geldiğinde. Bir acı kahvemizi kimseye ikram etmek nasip olmadı Allah’a şükür. E çat kapı “siz gelmeyince biz geldik” denmez ki, sabırla bekliyoruz çaresiz. Oysa komşu komşunun külüne muhtaçtır denmiş. Hey gidi hey!
O sokakların odaların, mangal sohbetlerin, koltukların, minderlerin, sobada patlayan mısır ve kestanelerin dili olsa da anlatsa o komşulukları. Anneden, teyzeden, amcadan, haladan önce komşular haberdar olurdu halimizden, yetişirlerdi imdadımıza. “Bir maniniz yoksa annemler size gelecek” dendi mi evde küsler varsa bile anında barışır sohbetin, muhabbetin kapıları açılıverirdi ardına kadar. O sebepten bu sebepten, fakat ziyaretler kalkmış besbelli.
Peki arkadaşlara ne buyrulur? Onca çocukluk arkadaşı sanki sırra kavuştu. Bilmeyen de sabahlara kadar sırtlarında taş taşıyor sanır ya da o bar senin bu bar benim geziyor. Hepsi emekli benim gibi. Baktım gelen giden yok ben de facebook adresimden davetiye çıkardım: Arkadaşlar Tire’de Mimar Sinan Caddesi 13/4’e taşındım. Beklerim. Nafile…
Fakat sonunda aydım. Tire’de muhabbet mekanları evler değil kahvehaneler, parklar, çay bahçeleri. Tire’ye ilk geleni yadırgatacak kadar çok kahvehane, çay bahçesinin olması ve hemen hepsinin dolu olmasının nedeni bu. Gir içeri ver selamı, al selamın en samimisini alasını. Hala o eski canım kahvehanelerin varlığını sürdürmesi ne güzel. Ne yazık çoğu yerde Cafelere Kahve Dünyalarına yenik düştü kahvehaneler. Ama Tire’de bu mümkün mü? Hangi Cafe alabilir Derekahve’nin Bahçekahve’nin yerini. Gerçi Ortapark Amerikan Köftesi tarafından işgal edilmişse de dayanabilir mi o Tire Köfte’nin, Tire Sandiviççilerin burnunun dibinde. Mümkün mü? Hiç merak etmeyin; Mustafa Kemal’in dediği gibi “Geldikleri gibi giderler” Yeter ki “Günaydını merhabayı selamı” eksik etmeyelim birbirimizden.