“Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı

Söz ola ağulu aşı, yağ ile bal ede bir söz.”

                                                    Yunus Emre

 

Zaman zaman şiirsiz bir dünya olabilir mi diye düşünmek isterim, düşünemem. Sağıma baksam şiir, soluma baksam şiir.

    Ninniler, ağıtlar,güzellemeler,koçaklamalar, Dede Korkut hikayelerindeki boy boylamalar-soy soylamalar hep şiir. Şarkılar, türküler, ilahiler, bazı destanlar hep şiir. Kırgızların manas destanı hepten şiir. Marşların özü şiir. Şiir gözlüler, şiir gibi yaşantılar çevremizi sarmış kuşatmış durumda.

    Şiir gücünü, hangi konu için yazıldı ise seçilen kelimelerden alıyor. Kelimeler yerli yerinde yazıldığında kuyumcu hassasiyeti ile cümlelerde yer aldığında şiir maksadını meramını anlatmış oluyor. Yıllarca belleklerde kendine yer ediniyor hafızalardan silinmeyip geleceğe, ebedi bir ırmak gibi akıp gidiyor.

    Tasavvufi şiirler bestelenip ilahi oluyor, kahramanlık şiirleri marş, sevda şiirleri şarkılara ve türkülere dönüşüyor.

     Güçlü bir şair çıksa da kelimeleri guruplandırsa bir kitapçık halinde yayınlasa ne de güzel olurdu. Hece şiiri yazan şairlere kolaylık olsun diye bir ara “kafiye sözlüğü” yazmayı daha düşünmüştüm yaklaşık otuzbeş kırk yıl önce. Altı Yedi yıl önce de İstanbul Tepebaşı’nda düzenlenen Sahaf Festival’inde tam da düşündüğüm türden bir kitapçığa rastladım. Yaklaşık yüz sayfa kalınlığında orta boyda bir kitap.

    Altı ay boyunca İstanbul Haseki’de kaldığım 2001 yılı’nda Çınar Kıraathanesi’nde çeviri yapmakta olan bir çevirmen Yazar ile tanıştım. Kamuran Şipal Hoca’m “Cezan’a Mektuplar”ı çevirmekteydi. Daha sonra 2003 Ekim Ayı’nda çevirdiği kitabın Türkçesini bana hediye etmişti.  

     Kamuran Şipal’e 2013 Yılı’nda Türklerin Almanya’ya girişlerinin 50. Yılı dolayısıyla Tarabya Oteli’nde düzenlenen törende , Almanca’dan Türkçe’ye en iyi çeviriler yapan çevirmen ödülü verildi. Bir yıl sonra da Adana’daki çocukluk yıllarını anlattığı “Sırrımsın Sırdaşımsın” romanından dolayı “Orhan Kemal Roman Armağanı” ile ödüllendirildi.

    On iki  yıldır Çınar Kıraathanesi’nde, Esekapı’daki evinde, evinin karşısındaki pastane’de zaman zaman sohbet ettik. Bir gün kitaplığından bir kitap uzattı. Almanca yazılmış kalınca, ciltli, sözlük büyüklüğünde 400-500 sayfalık bir kitap. Alman şair adaylarına yönelik bir kafiyeler sözlüğü.

     Bir zamanlar benim düşündüğüm kafiyeler sözlüğünün hem Türkçe’sini hem de Almanaca’sını yıllar sonra İstanbul’da ayrı ayrı zamanlarda görmüş oldum. Yaklaşık on yıl boyunca zaman zaman gazetelere yazdığım yazıları hocama gösterir fikrini alır eleştirilerini can kulağıyla dinlerdim.

   Adana’yı, İstanbul Pertevniyal’deki lise yıllarını, Samatya’yı anlatan hikaye kitaplarını, romanlarını okumak, edebiyat sohbetlerine katılmak  ve  tanımak  şansım oldu. Yakın tarihe kadar Adli Tıp olan binanın olduğu yer Cerrahpaşa Hastanesi’nin batısı, bir zamanlar adeta bir mahalle büyüklüğündeymiş. Evler, kahveler, bostanlar, irili ufaklı sokaklar vs.

    Devam ettiği kahvede çoğu zaman sohbet ettiği iki yakın arkadaşı Behçet Necatigil, İstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden  şair Sedat Ümran.

     Tire’ye tatile geldiğim günlerde hocam hep şöyle der; “ Sadık, İstanbul’da artık senin için bir sıla”. Düşünüyorum da 12 yılın 11 ayı İstanbul’da kalınca, İstanbul da benim için bir sıla artık. Kamuran Hocamızın yaklaşık 85-90 civarında Almanca’dan çevirdiği roman, mektup ve tıp alanında kitapları var. Nobel Ödüllü yazarlar Thomas Mann, Herman Hesse, Rainer Maria Rilke, Freud vb. Yıllar önce “ Tire Bülteni”nde yayınlanan bir köşe yazımda Sedat Ümran çevirisi Rainer Maria Rilke’ye ait “Ciddi Saat” isimli şiiri yayınlamazdan önce  hocama okutmuştum. Nesir kısmında bazı yerlerde hocam’ın sağolsun katkıları olmuştur.

     İstanbul’da değişik zamanlarda başka başka yerlerde şiir etkinliklerine katıldım. Rahmetli Bekir Sıktı Erdoğan Hocamız ile Kubbe Altı Akademisi Vakfı’nda tanıştım. 7-8 kişinin dinleyici olduğu sohbette “Kışla’da Bahar” şiirini hangi ilhamla yazdığını sordum. Bekir Sıtkı Erdoğan Hocamız Subay Okulu’nda kendilerine iki acemi er verildiğini her subayın erlerle dertleşip konuştuğunu, neticede erlere gelen mektuplar erlerden eşlerine ve nişanlılarına giden mektuplar açık seçik olmayıp üstü örtülü ifadelerle sevgilerini, hasretlik duygularını, sıla özlemlerini anlattıklarını söyledi. “Kışla’da Bahar” şiirinin buradan yola çıkılarak “Karagözüm Efkralanma Gül Gayrı”,”Sütler Kaymak Tutar Tutmaz Ordayım”, İbibikler Öter Ötmez Ordayım” şeklinde şiir haline geldiğini izah etti.

Bu yazımda şiirin gücünü ve şiir hakkındaki duygularımı sohbet havasında  anlatmaya çalıştım.Bu vesileyle Tire’deki Sıla’dan İstanbul’daki Sıla’ya  vo oradaki dostlara saygılar, sevgiler ve de selamlar…