Nerden geldim? Nereye gidiyorum? Neden, niçin varım? Ölüm denen bu garip fenomen sonumuz mu, yoksa yeni bir başlangıç mı? İyilik var, peki kötülüğün mahiyeti nedir? Ya kötülüğün varlık sebebi? Bir Yaratıcı var mıdır? Eğer var ise, Yaratıcının bizleri ve bu uçsuz bucaksız evreni meydana getirmesindeki nihâi gâyesi (teleoloji) nedir? v.s…
Her birimiz, hiçbir şey bilmez ve bakıma muhtaç halde dünyaya gözlerimizi açıyoruz. Ebeveynlerimiz bizi zorlu hayat için hazırlarken belli bir döneme kadar onların bize kattıkları ile yaşamımızı sürdürüyoruz. Topluma mündemiç olan ve onların yaşantısını şekillendiren örf, âdet, anane ve kültür ortamında gelişiyoruz. Büyüme ve okul çağı derken aklımızın erginleşme dönemine geçiyoruz ve varoluşa ve olması muhtemel Varlık’a yönelik sorular daha önce hiç olmadığı kadar zihnimizi tırmalıyor. Ekseriyetle düşünmeyen, eleştiri yeteneğinden mahrum ve bu sebeple bilinçsiz hareket eden toplum yapımız, en önemlisi de eğitim sistemimizin asıl önemli olan varoluş üzerine yeterince durmayıp din disiplinini kültüre indirgemesinden sebep, birçoğumuz söz konusu sorular üzerine gerektiği gibi eğil(e)miyoruz. Temelsiz, mutlak bir dayanaktan mahrum ve sorgulanmamış düşünce ve değer yargıları ile ömrümüzü tüketirken şu kısa yaşam süresince ne kendimize ne içinde bulunduğumuz topluma ne de insanlığın geneline artı değer katabiliyoruz. Bunun sonucu olarak da içi boş, kof bir inançla ilkesiz, amaçsız ve idealsiz bir yaşam sürüp dâr-ı bekâya göç ediyoruz.
Yaşam rengarenk ve her şey ilgimizi ve dikkatimizi cezbedecek güzellikte. Kurtlar, kuşlar, binbir çeşit börtü böcek, birbirinden güzel ağaçlar, çiçekler ve keşfedilmeyi bekleyen milyonlarca canlı türü… Hepsi bir âhenk içinde yaşamdaki yerini almış ve kendi misyonunu gerçekleştirirken aynı zamanda bir sona doğru ilerliyor. Gözümüzü alamıyoruz dünyanın çekiciliğinden ve düşünmeden edemiyoruz bazı sırlarını. Gece gündüzün değişimi, güneşin ve ayın varlığı ve hareketleri, gökyüzündeki milyonlarca yıldız ve çıplak gözle göremediğimiz bir o kadar gezegen… Ve tabii hayat içindeki en dikkat çekici varlık; biz, insanoğlu. Görüyor, işitiyor, kokluyor, hissediyor ve diğer canlılardan farklı olarak “aklediyoruz.” Ve bu muhteşem evrendeki küçüklüğümüze meydan okur gibi âdeta, nedir bu dünya, bu düzenin sahibi kim, kudretinin sınırı var mı, tüm bunları yapıp etmesinin gâyesi nedir? v.s… minvalinde sorular yöneltiyoruz kendimize.
İnsanız tabii, en nihâyetinde âciz ve noksanız. Her şeye bir başımıza anlamını veremiyoruz, yardıma ihtiyaç duyuyoruz. Ve Yaratıcı bize merhameti ile yaklaşıyor. Bize, bizden bir elçi ve beraberinde bir kitap gönderiyor. Kitabımızı açınca “Oku” (Alak/1) mesajı dikkatimizi çekiyor. Ardısıra gelen ifadelerde ne denmek istendiği daha iyi anlaşılıyor. “Oku. İnsan yoldan çıkar kendini yeterli gördüğü zaman.” (Alak/7) Sonrasında
“Ben sizin Rabb’niz değil miyim?” (Âraf/172) şeklinde bizlere hitap eden bir özne ile karşılıyoruz. Dahasında, bizleri imtihan etmek için yarattığını (Enbiyâ/35) ve bu dünya hayatının geçici olduğunu (En’am/32) deklare eden bu özne, verdiği akıl ve irâde sebebiyle bizleri serbest bıraktığını, bunun ise imtihanın gereği olduğunu ifâde ediyor. Yine imtihanın gereği olarak iyilikle birlikte kötülüğü de yarattığını (Şems/8) söyleyen bu özne, bu dünyadaki yapıp etmelerimizin karşılığını asıl hayat olan ölüm sonrasında alacağımızı belirtiyor. (Bakara/281) Ve defaatle bizleri bu yolda serbest bıraktığını belirtirken, (Kehf/29) dünya hayatının geçiciliğine dâir (Ankebût/64) telkinlerinden de vazgeçmiyor. Ve bizlere, ısrarla öte dünya hayatına hazırlanmamızı söylüyor, (Kasas/76-77) ısrarla öte dünyayı kazanmamızı arzuladığını belirtiyor. (Enfâl/67)
KÖTÜLÜK SORUNU
Yazımın genel üslup ve akışına uymayacağını düşünsem de yine de kötülük kavramı için bir alt başlık açarak açıklama yapma gereği duydum. Genelde ateist çevrelerce dile getirilen, madem dinin özü iyilik, madem Tanrı iyi bir varlık, o halde kötülük niçin var?
Bu ve benzer çıkışlar dinin ana kaynağı olan Kur’an üzerine yeteri kadar analiz yapılmamasından kaynaklanıyor. (Nisâ/82) Genelde din söz konusu olunca kulaktan dolma bilgiler ve cübbeli Ahmet, sarıklı Mehmet gibi dini tekelinde bulundurduğunu sanan kendini bilmezlerin yorumlarıyla yetiniliyor.
Kötülük, imtihan dünyasının olmazsa olmazıdır. İmtihanın doğası gereği, akıl sahibi bir varlık ve bu varlığın doğru-yanlış, iyi-kötü, güzel-çirkin gibi kavramlara vukûfiyeti, bu varlığa yöneltilecek bir soru ve soru karşısında akıl varlığı insanın tercihte bulunabileceği özgür irâdeye sahip olması gereklidir. Bir örnek vermek gerekirse; bir sınıf düşünelim ve öğretmenimiz; yarın sizi imtihan yapacağım ve tek bir soru soracağım. Doğru cevabı veren benim dersimden geçecek, yanlış cevap veren ise kalacak, dediğini varsayalım. Bir gün sonra sınav kâğıtları önümüze geldiğinde, “Türkiye’nin başkenti neresidir?” sorusunun sorulduğunu kabul edelim. Cevap seçeneklerinde ise A-) Ankara verildiğini diğer seçeneklerin ise verilmediği bir durumla karşılaşalım. Bu durumda herkes A-) Ankara şıkkını işaretleyip bu dersten geçecektir. Peki yanlış seçeneğin verilmediği bu imtihanda sınıfı geçmemizin bir anlamı olabilir mi? Tam tersi, Ankara seçeneğinin verilmediğini ve yanlış bir seçeneğin sunulduğunu düşünelim. Bu durumda öğretmenimizin bu dersten bizleri bırakmasının haklı bir gerekçesi olabilir mi? Bundan mülhem, kötülüğün seçenek olarak sunulmadığı bir yaşamda cennete gitmemizin haklı bir gerekçesi olabilir mi? Peki böyle bir durumda cehennem ile cezalandırılmamızın izahı?
O halde; imtihan ancak irâde varsa, irâde ise, bir soru ve soru karşısında tercihte bulunabileceğimiz maksimum bir doğru ve minimum bir yanlış seçeneğin varlığında mümkün ve anlamlıdır.
Hayat bir imtihan; varoluş insana yöneltilmiş bir sorudur
Her insan özgün, her insan özgürdür. Her bireyin hayata bir bakışı söz konusu ve bu doğrultuda bir anlam veriyor yaşama. Kimi tek bir tanrıya inanır, kimi inanmaz, kimi ise yaratıcı sıfatını doğaya atfeder.(Natüralizm) Kimi ise bir Tanrı olduğuna inanır fakat dünya hayatına ve insanlara müdahalesi olmadığını belirtir ya da daha küstah bir yaklaşımla olmaması gerektiğini düşünür. Şu bir gerçek ki bir Yaratıcı’nın varlığı söz konusu. Evrendeki muhteşem tasarım ve düzene ve bu düzenin akışına baktığımızda, akıllı bir Varlık olan Tanrı’nın, böylesi bir yapısal sistemi amaçsızca yarattığını belirtmek ve yaratıp akıl verdiği insanoğlunun yaşamına belirli norm ve kâideler getirmediğini, getirmemesi gerektiğini düşünmek pek de kabul edilebilir bir yaklaşım değildir.
Hayatımın belli bir döneminden sonra inançlı olmama karşın zihnimi daha fazla kurcalayan Varlık ve varoluşa ilişkin sorular bugün elimde tuttuğum kalem ve sizler için yazdığım makalelerimin arkasındaki tek itici sebep. Beni, insan olmanın en bâriz belirtisi olan düşünme edimine sevk eden söz konusu sorular, başvurduğum kaynak olan Kur’an ile birlikte cevabını bularak tüm benliğimi teskin etmeye yetti. Benim bu yaşama dâir yönelttiğim sorular ve arayıp bulduğum cevaplar ile varmış olduğum sonuç: ‘Hayat bir imtihan; varoluş insana yöneltilmiş bir sorudur.’ şeklinde oldu.
Peki ya sizin soru ve cevaplarınız neler?
Twitter: @kadirturan_
E-Posta: [email protected]