"Seher yeli çık dağlara,
Güneş topla benim için..."
Bu bir Türkiye'nin,
Kitapları en çok satan Yazarının hikâyesidir dostlar...
"Leylim Ley" demeden;
"Karlı Kayın Ormanı"ndan,
"Kan Çiçekleri"nden,
"Yiğidim Aslanım"dan bahsetmeden...
Okulda defterine, sırasına, ağaçlarına yazdığı gibi ve istediği hep;
"Eyyy!. Özgürlük!..." demeden henüz...
Evet dostlar, bildiniz!...
Bu;
Vatan Sevgi'sinin kaleme alınmış ve
Yaşarken henüz anlayalım diye yazılmış,
Bir Ömer Zülfü LİVANELİOĞLU hikâyesidir...
*****
Zülfü LİVANELİ'ye;
Şarkıcı mı demeli,
Yazar mı,
Şair mi?
Besteci yönünden de mi bahsetmeli mi?
Senaristliğinden mi,
Müzisyenliğinden mi,
Yönetmenliğinden mi?
Hepsi dostlar, hepsi...
Kitapları en çok okunan yazar.
Bir kocaman yürek.
Toplumsal sorunların âkil insanı...
Yakın tarihimizi en iyi anlatan,
Kendi deyimiyle hicveden;
Gülüşüyle ve varlığıyla sıcacık hissettiren,
Bir güzel ADAM...
Hep ölünce mi anmalı değerlerimizi.
Anlamaya çalışmalı...
İşte orada;
Duruyor tüm insanlığıyla,
Yüreklere dokunuyor ve yaşıyor.
Kanlı can'lı, doğum günü çocuğu...
*****
O'nun yaşam öyküsü,
Bir bakıma Türkiye'nin de hikâyesi aslında...
Çok partili yaşamdan bügüne;
Sadece müziğin,
Edebiyatın değil,
Siyasetin de...
O, toplumsal acıların hafızası aynı zamanda...
*****
Gün, Zülfü LİVANELİ dostlar…
75 yıl önce bugün;
20 Haziran 1946'da,
4 çocuklu ailenin en büyüğü olarak,
Konya'nın Ilgın ilçesinde doğar Ömer Zülfü...
Savcı Mustafa Sabri Bey'den olur.
Güzeller güzeli Şükriye'den doğar...
Dedesi Zülfü bey
ve O'nun da babası Ömer Bey'den alır ismini...
LİVANELİOĞLU soy ismini ise;
Dedelerinin geldiği,
Artvin - Yusufeli - LivaneSancağı'ndan...
Zor bir doğumdur...
Doğumunu şöyle anlatır LİVANELİ:
"Minicik doğmuşum, 1 kilo 100 gram.
Ve boynuma kordon dolanmış.
Ebe doğurtmuş tabi.
"Mordoğum", yani ölü doğmuşum.
Ebeannem döndürmüş beni hayata..."
1940 Ankara Hukuk Fakültesi mezunu;
Mustafa Sabri LİVANELİOĞLU'nun,
İlk görev yeridir Konya'nın Ilgın ilçesi...
Mustafa Sabri Bey'in;
Adliye'deki savcı odası,
Bir konağın bahçesine bakar...
Sarı saçlı,
Güzel mi güzel bir genç kız.
Dikkatini çeker Mustafa Sabri Bey'in...
Görür görmez âşık olur...
İzler izler de,
Gider istetir en sonunda.
Evlenirler...
Mustafa Sabri Bey;
Tayini çıktığı için,
Ömer Zülfü'nün doğumunda Fethiye'dedir...
Çok geçmeden, aile Fethiye'ye taşınır...
İlkokula gidene kadar çocukluğu,
Bu güzel deniz kenarında geçer...
Ömer Zülfü;
İlkokula babasının bundan sonraki tayin yerinde,
Amasya'da başlayacaktır...
O günleri ZÜLFÜ LİVANELİ şöyle anlatır:
"Amasya'da Yeşilırmak kıyısında bir evimiz vardı.
Çok yağmur yağardı eskiden.
Yağmur yağardı ve Yeşilırmak taşardı.
Tabi, bizim ev de..."
İlkokul 1. ve 2. sınıfı Amasya'da okur...
Aile; Ömer Zülfü'nün,
İngilizce öğrenmesini ister...
O zaman Türkiye'de;
İlkokul düzeyinde tek İngilizce eğitimi veren,
Ankara'daki Maarif,
Yani TED Koleji'ne yollarlar...
Hâkim dedesi Zülfü Bey
ve babaannesinin yanına, Ankara'ya...
Sonrasında da tüm tahsil hayatı,
Ankara'da geçecektir Ömer Zülfü'nün...
*****
Bütün yaşamına oturacak,
Sanat ve edebiyatın izleri okul döneminde oluşur Ömer Zülfü’nün...
Amasya'da henüz ilkokul 1. sınıfta;
Okuma yazmayı söker sökmez,
Babası Ömer Zülfü'yü kendi adıyla 3 dergiye abone yapar...
Çocuk Yuvası, Pekoss Bill, Köroğlu...
Bu okuma serüveni ve sanat sevdası,
Ömer Zülfü'yü hayat boyu terk etmeyecektir...
Amasya'daki sinemanın savcı locasında da;
Hayranlıkla izlediği filmlerden,
Sinema sevdasına tutulur bir de...
Müzikle tanışması ise bir hediyeyle başlar.
Ve o hediye, tüm yaşamını değiştirir adeta...
Ankara'da babası sınıf geçme hediyesi olarak,
Bir bisiklet almaya karar verir Ömer Zülfü'ye...
Fakat tam o zamanlarda,
Bahçelievler'de bir trafik kazasına tanık olur...
Bir kamyon çarpmıştır bisiklete.
Ve bisikleti süren genç, oracıkta ölür...
Çok etkilenir Mustafa Sabri Bey
ve bisiklet almaktan vazgeçer...
Oğlunun;
Kendisi gibi Anadolu kültürünü yaşatmasını istediğinden,
Bir saz alır karne hediyesi olarak...
Başlar sazını tıngırdatmaya Ömer Zülfü.
Hoşuna gider...
Kurslar, çok çalışma ve Allah vergisi yeteneğiyle birleşir.
Ve sazıyla; Anadolu müziğini, Batı müziğiyle harmanlar...
Bu konuyu şöyle anlatır Ömer Zülfü:
"Dünyayı kategorilere, çekmecelere bölmek doğru bir şey değil.
Karacaoğlan gibi, Âşık Veysel gibi dünyanın imrenerek izlediği
Çok büyük değerlerimiz var.
Kendi değerlerimizin farkına varmalıyız...
*****
........ Kendime kastım Ali.
Dağlara küstüm Ali.
Dar günümde dostum Ali........
13 yaşındayken bir yaz tatilinde;
Babasıyla birlikte,
Çorum Adliyesi'ne 2 ay kalacakları bir teftişe gider Ömer...
Mecitözü ilçesinde;
Müzikten ve sazdan söz açılınca,
Bir Başkâtibin oğluyla bir saz ustasına giderler...
Burada ustanın curayı,
Şelpe tekniğiyle çaldığını görünce hayran olur...
Ankara'ya dönerler.
O sazı anlatır çevresindekilere hep.
Peşine düşer o sazın...
Ulus Hamamönü'nde,
Yusuf Erenler diye bir saz ustasına götürürler bu sefer...
Usta bu sazı yapar.
Bu sefer curayı tıngırdatmaya başlar Ömer...
Arpej gibi farklı birkaç teknikle birleştirir
ve kendine özgü bir tarz geliştirir....
*****
Henüz 14 yaşındayken 1960 ihtilali olur.
Çocuk haliyle anlamaz ne olduğunu Zülfü...
Ailesi Halk Partili olmasına rağmen;
Halk Parti Kadın Kollarında olan babaannesi bile,
Adnan MENDERES asıldığında hüngür hüngür ağlamıştır...
"Vicdanları yaralayan şeyler yaşandı"
diye anlatır o günleri Ömer Zülfü,
O hiçbir zaman büyüyüp kirlenmeyen çocuk yüreğiyle...
*****
Ardından 12 Mart darbesi...
Lise yıllarında tanıştığı bir subay kızı olan,
Ülker hanımla o garip zamanda evlenir...
Mimlenmiştir artık.
Defalarca gözaltına alınır...
Kendisinin tabiriyle,
"Komik suçlamalarla, ağır suçlarla..." hapis yatar...
İlaç mümessilidir o zamanlarda.
Ve Trabzon'da ilaç mümessilliği yaparken;
Oradaki halktan biri,
Sözde örgüt kurmaktan ihbar eder Zülfü LİVANELİ'yi...
Örgütün adı "Titrek Hamsi"dir.
Komik değil mi?
Ama gerçek.
Gerçek ve acı.
O günleri özetler adeta.
Bizim toplumsal bir yaramızdır bu.
Kendimizle değil, hep başkalarıyla ilgileniriz.
Ulaşamadığımıza, yetemediğimize, "çamur at, izi kalsın..."
O örgütün sözde Genel Sekreteri Zülfü LİVANELİ'dir.
Bir başka iftira ise "uçak kaçırma" olayı...
"Deniz'ler asılmasın" diye imza toplayan;
O zamanlarda imza toplamaktan suçlama yapılamadığı için,
Bu imzayı toplayan,
Aralarından seçecekleri tüm gençlere iftiradır bu...
Ve bu sözde örgütün üyeleri;
Zülfü LİVANELİ,
Altan ÖYMEN,
Uğur MUMCU,
Erdal ÖZ,
Emil Galip SANDALCI
ve tüm "Deniz'ler ölmesin" diyenlerdir...
Bu iftirayı yapanlar ise;malûm, "Deniz'ler ölsün..." diyenler...
Tabi ki yapışmaz bu suçlama.
Çünkü ortada öyle bir şey yoktur.
Ama rahatsız eder.
"Ya tutarsa" ve korkutma amaçlıdır...
Baskı, zulüm hep devam eder.
Ve hep de devam edecek gibi gözükür.
İnsanlık ve gelişim adına,
Sanat adına bir üretim yapılamayacak karanlık zamanlardır...
O zamanın diğer tüm aydınları
ve içinde bulunduğumuz zamanın;
Pırıl pırıl yıldızı parlayan gençleri gibi,
Yurt dışına gitmeye karar verir Ömer Zülfü LİVANELİ...
Eşi Ülker hanımla birlikte İsveç Stockholm'a giderler.
Üniversiteye kayıt yaptırıp, burslu okurlar.
Ve devletin öğrencilere sağladığı üniversite evlerinde kalırlar...
Zülfü, müzik ve felsefe okur.
Eşi Ülker ise, pedagoji...
Karakterinin ve yeteneğinin fark edilmesi uzun sürmez.
Girişimcidir de.
Film müzikleri yapmaya başlar Ömer Zülfü...
İlk film müziğini;
İsveç Televizyonu'nun kısa film yaptığı,
Yaşar KEMAL'in "Bebek" hikâyesi için yapar...
Uzun metrajlı ilk film müziğini ise,
Tunç OKAN'ın "Otobüs" filmine...
Yerli yabancı yaklaşık 40 film müziği yapar...
Dolmuş taşmış, üretmeye başlamıştır artık.
1973'te de ilk albümünü yapar...
"Deniz'lere ağıttır" bu albüm,
Zülfü LİVANELİ'nin kendi tabiriyle...
"İdam edilen, hayatları ellerinden alınan tüm gençlere ağıttır..."
"İşte geldik gidiyoruz!.
Biraz çakılından aldık.
Hoşça kal kardeşim benim!..."
Deniz'lere ağıttır
ve Bakanlar Kurulu kararıyla yasaklanmasına rağmen,
Kasetlerle milyonlarca çoğaltılarak cuntaya karşı ses olur...
Türkiye'deki öğrenciler,
Yürüyüşlerinde hep bu ağıtları söyler...
*****
Ardından hapishanede bir katilden öğrendiği ve derlediği,
"Eşkiya dünyaya hükümdar olmaz" albümünü yapar...
Ve Yaşar KEMAL'in sözlerini yazdığı;
Zülfü LİVANELİ tınılarıyla birleştiğinde,
Sonsuza kadar sıcacık hissettirecek,
"Merhaba" albümü gelir peş peşe...
"Dünyanın ucunda bir gül açılmış,
Efilefil esen yele merhaba!.
Karanlığın sonu bir ulu şafak,
Sarp kayadan geçen yola merhaba!..."
Yine bir Türk edebiyatçısı, sanatçısı, şairi, yazarı, aydını;
Hasret kaldığı Vatan'ından uzaklarda en verimli çağlarını yaşayıp,
Hasret çeke çeke,
Tüm dünyanın izlediği ve imrendiği üretimler yapmaktadır...
Tüm dünya izler ve imrenir üretimlerden ama
Vatan hasreti gittikçe büyür içinde...
Ve kararını verir Zülfü LİVANELİ.
1978'de Vatan'ına, Türkiye'ye döner...
Türkiye yine karışıktır...
Döner dönmez,
"Nâzım'ın Türküsü" albümünü çıkarır...
Bu albümde bir şarkı vardır ki!.
Halâ ağız dolusu söylenen
ve insanlık tarihi var olduğu sürece,
Yürek dolusu söylenecek bir türküdür...
"Karlı Kayın Ormanı..."
Kayın ormanları arasındaki;
Stockholm'deki evinin yanında bir kış günü yürürken,
Kendisi gibi Vatan'a hasret Nâzım'ı düşünerek yazdığı bir şiirdir...
"Karlı kayın ormanında yürüyorum geceleyin.
Efkarlıyım, efkarlıyım; elini ver, nerede elin...
Memleket mi, yıldızlar mı,
Gençliğim mi daha uzak...
...Yedi tepeli şehrimde
Bıraktım gonca gülümü.
Ne ölümden korkmak ayıp,
Ne de düşünmek ölümü..."
*****
Yılmaz GÜNEY'le tanışıklığı bu döneme rastlar.
Yılmaz GÜNEY, İzmit'te ceza evinde yatmaktadır...
Zülfü LİVANELİ ile tanışmak ister.
Birkaç arkadaşıyla birlikte İzmit'e gider Zülfü LİVANELİ...
Tanışırlar, görüşürler yoldaşlar...
Yılmaz GÜNEY'in "Sürü" filminin müziğini,
İmece usulüyle hiç para almadan yapar...
Ve 12 Eylül darbesi gelir...
Yine baskılar, yine zulümler;
Diğer tüm değerlerimiz gibi, yurt dışına çıkmak zorunda kalır...
Bu sefer Fransa'ya gider...
Hapisten kaçan Yılmaz GÜNEY'le;
Paris'te, bir dağ köyünde buluşurlar...
Bu buluşmadan da yine Yılmaz GÜNEY'in,
"Yol" filminin müzikleri çıkar...
Tanındığı, sevildiği, sayıldığı bir ülkededir ama
Yine Vatan Sevgi'si ve hasreti ağır basar...
1984 yılında Türkiye'ye döner...
Döner dönmez,
İstanbul'da çok büyük bir kalabalığa konser verir.
Ve özlediği halkıyla buluşur...
Müziğinde, yazılarında, Şiir'lerinde;
Kısacası yaptığı tüm üretimlerde,
Toplumsal olayların izi vardır...
*****
"Yaşamak görevdir bu yangın yerinde!.
Yaşamak, insan kalarak!...
Yaşamak; bu yangın yerinde,
Her gün yeniden ölerek!...
Zalimin elinde tutsak,
Cahile kurban olarak!...
Yalanla; kirli havada,
Güçlükle soluk alarak!...
Savunmak gerçeği, çoğu kez.
Yalnızlığını bilerek!...
Korkağı, döneği, suskunu
Görüp de; öfkeyle dolarak!...
Toplanıyor ölü arkadaşlar;
Her biri, bir yerden gelerek!...
Kiminin boynunda ilmeği,
Kimi kanını silerek!...
Kucaklıyor beni Metin Altıok.
‘Aldırma’ diyor, gülerek!...
Yaşamak görevdir bu yangın yerinde!.
Yaşamak, insan kalarak!..."
2 Temmuz 1993'te;
Sivas'ta,
Madımak Katliamında yitirilen canlara,
Yakın dostu Ataol BEHRAMOĞLU şiir yazar da,
Zülfü LİVANELİ de besteler o şiiri...
Alın size "Yangın Yeri..."
O "Yangın Yeri"nde,
Dostlarını kaybetti Zülfü LİVANELİ...
Muhlis AKARSU,
Metin ALTIOK,
Behçet AYSAN,
Asım BEZİRCİ,
Hasret GÜLTEKİN,
Âşık Nesimi ve niceleri...
Karanlığa düştü gövdeleri de;
Türkü yakan elleriyle,
Şiir okuyan dilleriyle
Yandı yandı kül oldu,
Niceleri daha yitip gitti...
Ya insan odaklı fikirleri!.
Özgürlük ana temalı düşünceleri!...
Mümkün mü?
Mümkün mü;
Fikirlerin,
Düşüncelerin yitip gitmesi?
Halâ anıyoruz işte!.
Halâ yüreğimizde yaşıyor hepsi!...
*****
Fransa'daki AĞCA duruşmalarına,
Türkiye'den gelen gazeteciler;
Örsan ÖYMEN,
Güneri CİVAOĞLU,
Uğur MUMCU,
Her geldiklerinde,
Paris'te Zülfü LİVANELİ'ne uğrarlar...
Bir gün yine;
Bir Uğur MUMCU'nun ziyaretinde sohbet,
"Ne olacak bu memleketin hâli..." kıvamında ilerlerken;
Zülfü LİVANELİ,
Uğur MUMCU'ya Nâzım için yeni bestelediği;
"Yiğidim Aslanım"ı dinletir...
Uğur MUMCU ağlamaya başlar...
Bunun bir "Nâzım Hikmet'e Ağıt" değil,
Bütün devrim şehitlerine ağıt olduğunu söyler...
Ve bundan böyle her cenazede,
Bu ağıdın söyleneceğini iddaa eder...
"Şu sılanın ufak, tefek yolları.
Ağrıdan, sızıdan tutmaz elleri.
Tepeden tırnağa, şiir dilleri.
Yiğidim aslanım, burda yatıyor...
Bugün efkarlıyım, açmasın güller.
Yiğidimden kara haber verirler.
Demirden döşeği, taştan sedirler.
Yiğidim aslanım, burda yatıyor...
Ne bir haram yedi, ne cana kıydı.
Ekmek kadar temiz, su gibi aydın.
Hiç kimse duymadan hükümler giydi.
Yiğidim aslanım, burda yatıyor..."
Tam da dediği gibi olur
ve 10 yıl sonra kendi cenazesinde,
Yağmur altında 200 bin kişi bu ağıdı okur...
Bir anlamda;
Fransa Paris'te,
O anda kendi ağıdına ağlamıştır Uğur MUMCU...
Bu en başından beri hep böyle olmuştur!.
En VatanSever evlatlarına kıymıştır bu memleket...
*****
Nâzım gibi ülkesine,
Vatan'ına hasret çekmekteydi Zülfü LİVANELİ...
Zaman zaman Fransa'dan ayrılıyor,
Başka ülkelerde konserler veriyordu...
Yunanistan bu ülkelerden biriydi.
Yunanistan halkı O'nu çok seviyordu...
Theodorakis'le birçok konser verdi...
Yine bu konserlerin birinde;
Yunanistan'da Sisam Adası'nda sahil kenarında dinlenirken,
Yine bir buram buram çektiği Vatan hasretinde,
Karşıya yüzerek geçilebilinecek yakınlıkta olan,
Kuşadası'nı bakarak bir Şiir yazar:
"Kardeşim duymaz, eloğlu duyar..."
Fransa'ya döner dönmez besteler...
"Susarlar sesini, boğmak isterler.
Yarımdır, kırıktır sırça yüreğim.
Çığlık çığlığa yar geceler.
Kardeşin duymaz, eloğlu duyar...
Çoğalır engeller, yürür gidersin.
Yüreğin taşıyıp götürür seni.
Nice selden sonra, kumdan ötede.
Kardeşin duymaz, eloğlu duyar..."
*****
Sadece kendi şiirlerinden değil;
Orhan Veli şiirlerinden,
Ülkü TAMER
ve Gülten AKIN şiirlerinden de de besteler yaptı Zülfü LİVANELİ...
Sazla sözü…
Yani özle biçimi…
Hani Sabahattin ALİ’nin,
Dillerden düşmeyen şarkıdaki dizesi var ya:
“Aldırma Gönül Aldırma”…
Bir Şiir, bir dize, bin bir türlü bestelenebilir...
Biri besteler, “Aldırma Gönül” sözleri,
“Boş ver” anlamına gelir...
Bir başkası, başka bir anlayışla besteler;
Aynı sözler, “Diren Gönül, Diren” anlamına gelir...
İşte aradaki bu farkı ortaya koydu
ve bizlere gösterdi Zülfü LİVANELİ...
Bir elinde sazı, öteki elinde;
Yunus’un,
Pir Sultan Abdal’ın,
Karacaoğlan’ın,
Nâzım’ın,
Fazıl Hüsnü’nün,
Refik DURBAŞ’ın,
Orhan Veli’nin,
Gülten AKIN’ın ve daha nicelerinin dizeleri,
Çıktığı yolculukta müziğini sürekli geliştirdi...
Yalnız saza ve Halk Müziğine bağlı kalmadı.
Kullandığı sözler, şiirler, müziğini biçimledi...
“Dünya değişiyor. Ben de…
Düşüncelerim, müzik anlayışım gelişiyor...”
diyor Zülfü LİVANELİ...
Dünya gelişim içinde.
Özünü yitirmeden değişmeli, yenilenmeli insan.
Yoksa çağa ayak uyduramaz...
“Dünyayı güzellik kurtaracak…
Bir insanı sevmekle başlayacak her şey!...” den,
“Heyy Özgürlük!...” şarkısına uzanan bir repertuar…
Şarkılar hep sözcükleri kullanır.
Bin yıllardır süre gelen evrende;
Kimi zaman az,
Kimi zaman bakire,
Kimi zaman çok kullanılmış sözcükleri...
Hepimizin her an söylediği, duyduğu,
Yazdığı, okuduğu sözcükleri…
Ancak bu sözcükleri yaşamıyorsak,
Yaşatmıyorsak,
İstediğimiz kadar yüksek sesle söyleyelim,
Bağıralım, yok gibidirler...
Sanki hiç olmamış gibi…
İşte Zülfü LİVANELİ’nin şarkılarında,
Bu sözcükleri yaşatan müziğidir...
*****
Çocukluğundan beri içinde hep bir Yazar olmak isteği vardı.
Bu özelliğini de şöyle anlatır:
"Ben çocukluğumdan beri kendimi hep Yazar olarak düşündüm.
İsteğim buydu.
Sürekli kitap okuyarak aklını kaçıran bir çocuk gibiydim.
Odamın duvarları hep Hemingway posterleriyle doluydu.
Edebiyat ve Yazarlık benim tutkumdu.
Müzikle edebiyat birlikte gitti hep.
Şiir yazdım, roman yazdım.
Şairlerin şiirlerini besteledim...
Yazımına Stockholm'da başladığım romanım;
"Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm"ün yazımı mesela,
Bırakıp - elime alarak tam 20 yıl sürdü..."
1978'de ilk kitabı, "Hikâye Seçkisi" yayınlandı.
1996'da ise "Engereğin Gözü" romanı...
Sonrasında peş peşe geldi romanları.
Romanlarını, okuyucusu ve halkı çok sevdi.
Ve Türkiye'nin en çok okunan yazarı oldu...
*****
"Bestecilik dünyanın en zevkli uğraşlarından birisi...
Bir odada yapayalnızken;
Bir enstrümanın üzerine eğilerek ezgiler oluşturmanın tadı,
Dünyada hiçbir şeyle ölçülemez...
Hele bu bestelerin kitlelere ulaştığını,
Yüz binlerce kişinin hep bir ağızdan söylediğini görmek;
Bir besteci için, sevinçlerin en büyüğü...
Ben şanslı besteciler arasında sayıyorum kendimi...
Stockholm’deki yalnız yıllarımda,
Evimin yanındaki karlı ormanda dolaşırken çıkan ‘Karlı Kayın Ormanı’;
Paris’te bir akşamüstü bestelediğim ‘Yiğidim Aslanım Burda Yatıyor’
ve bunun gibi bir çok beste hem kitlelerin yüreğinde yer tuttu...
Hem de dünyanın çeşitli yörelerinde,
Çok büyük solistler tarafından ayrı dillerde okundu...
Kendimi hiçbir zaman sadece yorumcu olarak görmedim.
Bir ses sanatçısı değilim ben...
Kendi bestelerimi,
Bir de müthiş geleneğimizden seçtiğim bazı deyişleri seslendiriyorum...
Bir bestenin kalitesi nasıl anlaşılır?
Yaygınlık, bu işteki tek ölçü müdür?
Elbette hayır!...
Bir bestenin en büyük sınavı zamandır...
Eğer beste yıllara dayanabiliyor;
Bestelendikten 20-30 yıl sonra halâ söyleniyor,
Hele kuşaktan kuşağa aktarılıyorsa sınavı geçmiş demektir...
Benim türkülerimle insanlar;
Sevindi, hüzünlendi, ağladı, nişanlandı, evlendi, ölülerini andı...
Dolayısıyla ezgiler, yaşamlarının bir parçası haline geldi...
Babalarının ölüm yıl dönümünde mezar başına gidip,
O'nun en çok sevdiği besteyi söyleyen ailelerle karşılaştım...
‘Karlı Kayın Ormanı’ ile Aşk ilan edenleri dinledim...
Sevgili Uğur MUMCU’nun çok sevdiği,
‘Yiğidim Aslanım Burda Yatıyor’un;
O'nun trajik ölümüyle birlikte,
Uğur MUMCU ağıdı haline dönüşmesini yaşadım...
‘Vurulduk Ey Halkım Unutma Bizi’ şiirimin,
O'nun adıyla özdeşleşmesi onuruna tanık oldum...
‘Memik Oğlan’la ağlayanları,
‘Güneş Topla Benim için’ ile coşanları izledim...
Zeki MÜREN’den Maria FARANDOURI’ye,
Sezen AKSU’dan Joan BAEZ’e,
İbrahim TATLISES’ten Udo LINDENBERG’e,
Kibariye’den Liesbeth LIST’e kadar çok geniş bir solist yelpazesinden;
Şarkılarımı dinleme mutluluğuna eriştim...
İstanbul, Ankara, Bodrum,
Atina, Rodos, Lizbon, Barcelona müzik hollerinde şarkılarıma rastladım...
Bir bestenin;
Dağdaki çobanla,
Kentteki profesörü aynı duyguda birleştirmesine tanık oldum...
Bu ezgilerin yaşaması,
Ben öldükten sonra da devam etmesi en büyük dileğim...
Bir halkın, türkü dağarcığına birkaç ezgi eklemek onurların en büyüğüdür..."
Böyle diyor yine bir yazısında Zülfü LİVANELİ...
O onur bize ait Usta...
Seninle aynı zamanda aynı gökyüzüne bakmak,
An be an muhteşem üretimlerini izlemek,
Aynı Vatan için kaygılanmak, kederlenmek...
Aynı havayı solumak ve yaşamak bu coğrafyada...
*****
Ve bir başka yönü:
Senaristliği ve yönetmenliği...
Bu konuyu da şöyle anlatır:
"Stockholm'da "Yılanı Öldürseler" filminin müziğini yapıyordum.
Aynı zamanda montajına da yardım ediyorum.
Yanımda Paris'ten gelen Abidin DİNO ve Türkan ŞORAY da var.
Türkan ŞORAY'ın teklifiyle kendimi sinemanın içinde buldum..."
Meraklıydı Zülfü LİVANELİ
ve İsveç'te kurslarına da gitmişti...
Yakın dostu ve ağabeyi Yaşar KEMAL,
Kendi eserlerinden birisinin sinema yapalım teklifinde bulundu...
Ve Rutkay AZİZ'in de ilk filmi olan,
"Yer Demir Gök Bakır" böyle doğdu...
Erzincan'ın dağ köylerinde çekti filmi Zülfü LİVANELİ.
Filmleriyle de Türk Sineması'nda,
Başka bir pencere açar Zülfü LİVANELİ...
Özellikle "Sis";
Hem yurt içinde,
Hem yurt dışında birçok ödül aldı...
"Sis" filmi de, Fikret KUŞKAN ve Uğur POLAT'ın ilk filmidir...
*****
Ve siyaset...
Hiç istemediği bir alandı Zülfü LİVANELİ'nin.
Yurduna, Vatan'ına ve insanlarına karşı,
Tabi ki bir sorumluluk duyuyordu ama
Bunu müzikleriyle, kitaplarıyla,
Sürekli üretim halinde olduğu sanatıyla yerine getirmek istiyordu...
İstiyordu ama bu konuda çok da baskı görüyordu...
1994 yerel seçimlerinde;
SHP'den İstanbul Adayı olması ise,
Sorumluluk sahibi Zülfü LİVANELi için tam bir oldubittiydi...
Bu konuda çok düşünüp, siyasete girmek istemediğini
ve İstanbul adaylığını kabul etmediğini dostlarına bildirdiğinde,
"Buradan böyle söylemek olmaz.
Ankara'ya gidelim, orada parti yetkililerine anlatırsın" dendi...
Bu söz daha kendisine söylenir söylenmez,
Henüz Ankara'ya gidemeden televizyonlarda
ve gazetelerde İstanbul adaylığı açıklanmıştı bile...
Kıramadı kimseyi.
Adaylığı kabul etmek zorunda kaldı...
Partinin çok az olan oy oranını yükseltmeyi başarsa da;
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerini,
Yüzde 2 oy farkıyla kaybetti...
Seçimi Refah Partisi'nden Recep Tayyip ERDOĞAN kazandı...
Yakın dostlarındaki bu siyasette olması
ve siyasetin kendisiyle temizlenecek olması yönündeki telkinleri
ve ısrarları sonucunda,
Sonraki genel seçimlerde CHP'den Milletvekili seçildi...
Fakat siyaseti istemiyordu Zülfü LİVANELİ...
Bir ara CHP Genel Başkanlığı'nda ismi üzerinde anlaşılsa da;
Sanatçı, edebiyatçı, naif yüreği bunu kabullenemedi...
Siyasetten uzaklaştı Zülfü LİVANELİ...
*****
1996 yılında cezaevlerindeki açlık grevlerinde,
Babasının arkadaşı,
İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı FerzanÇİTİCİ'nin önerisiyle;
Yakın dostu ve ağabeyi Yaşar KEMAL
ve birkaç dostuyla birlikte 'Arabuluculuk' yaptı...
Mahkûmların makûl istekleri kabul edildi.
Ve böylece binlerce mahkûm ölümden döndü...
Benim de Ankara'da yaşadığım dönem olan 1997'de,
Eski Hipodrom'da düzenlenen
ve yine benim de izlediğim konserinde rekor bir izleyici vardı.
Tam 1 milyon kişi.
1 milyon kişi tek ağızdan, tek yürek türküler söyledi Ankara'da...
Kaderin cilvesine bakın ki;
O konserde söylenen şarkıların şiirlerini,
O konser yerine birkaç yüz metre uzaklıkta olan,
Askeri Cezaevi'nde yazmıştı...
Ve 1 milyon kişiyle birlikte söylemekteydi...
Bu durumu da şöyle aktarır Zülfü LİVANELİ:
"Bu; suyun yol bulması gibi, sanatın yol bulması halidir.
Sanatın gücüdür bir bakıma..."
*****
Ve en son albümü, "Gökkuşağı Gönder Bana"
"Uçakları neyleyeyim,
Gökkuşağını gönder bana...
Senin olsun süngülerin,
Gül dikeni yeter bana...
Kan kurşundan silinince,
Kardeş olur eller bana...
Silahları neyleyeyim,
Benim sevdam mavzer bana...
Suya attığın çiçekler,
Bir gün olur döner bana..."
"İnsanın bir iç şarkısı var..." diyor Zülfü LİVANELİ...
O iç şarkılarını,
İçinde cıvıldayan kuşları,
Düşüncelerini,
Her yanında açan çiçeklerini insanlarıyla paylaştığını düşünüyor...
Ve kendisinin çok şanslı olduğunu...
"Ve hikâyelerim var anlatacağım.
Onları anlatmak beni heyecanlandırıyor" diyor...
Lütfen anlat Zülfü LİVANELİ...
Anlat!.
Biz dinlemek istiyoruz hikâyelerini, içindeki kuş cıvıltılarını...
Ve yaz lütfen!...
Binyıllardır süregelen evrende;
İnsana ve insana dair güzel gelen her konuda, özgürlüğü, yaşamı...
Bir Zülfü LİVANELİ geldi bu coğrafyaya dostlar...
Bir filozof!.
Bir bilge ozan!.
Bir âkil insan!.
Bir yüreği güzel ADAM!...
Çok korkuttuk ve kaçırdık ama
Şimdi Vatan'ında...
Ve yaşıyor aramızda.
75 yaşında şimdi.
Halâ, evet halâ yanı başımızda…
Yaşarken anmalı değerlerimizi.
Yaşarken anlamaya çalışmalı...
Nice nice yıllara Usta,
Nice nice yıllara...
Minnetle, saygıyla...