Referandum sürecine girildiği şu günlerde önce “Ne tek adamlığı ya”, sonra “Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın yetkileri de tek elde toplanacak.” dendi. Son olarak ‘evet’çiler “Atatürk ve İnönü de tek adamdı, hem de partili cumhurbaşkanı idi, ne var bunda” diyerek savunmaya geçtiler. Öncelikle söyleyeyim Atatürk ile İnönü gibi değerler birileri ile asla kıyaslanamaz. İkincisi: Evet, ikisi de tek adamdı, ikisi de partili idi, ancak o döneme nereden gelindi bir hatırlayalım isterseniz.
M. Kemal Samsun’a çıktıktan sonra Kongreleri, örgütlenmeyi “Tek başıma yaparım.” demedi. “Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” diyerek Anadolu’ya haber salıp “vekillerinizi seçerek Sivas’a gönderin” dedi. Rauf Orbay, Kazım Karabekir gibi padişah yanlısı paşaları da yanına alıp bağımsızlık mücadelesini başlattı. Amasya Genelgesi’ni tek başına değil, bu paşaların da imzası ile yayınladı. Kurtuluş Savaşı öncesinde önce ulusal birlik ve beraberliği sağladı.
Meşruti monarşi yıkılıp cumhuriyet kurulmuştu. Ülkede hala saltanatı, halifeliği yeniden getirmek isteyen bir kesim vardı. Ülkeyi kalkındırmak için devrimler gerekliydi. Bu kesim devrimlere karşıydı. Ama buna rağmen demokrasi inancı gereği 2 kez çok partili sisteme geçişi denemek istedi, Ancak halkın yeni sisteme hazır olmaması nedeniyle ikisi de hüsranla sonuçlandı. Denemelerin ilki Şeyh Said isyanı ile sona erdi. Çok partiye geçmek için yakın arkadaşı Fethi Okyar’a parti kurdurdu. Sürekli çok parti istedi. O da Menemen Olayı ile son buldu. İşin özü Atatürk tek adam rejiminin başına geçerek çok partili sistemi, demokrasiyi ve cumhuriyeti getirdi. İnönü de tek adamlık elinde iken demokrasiye olan inancı ile çok partili siyasal yaşama geçme kararı aldı. Sonrasında sabırla, inatla partisindeki eğilimlere meydan okuyarak sistemin oturup yerleşmesi için çabaladı.
Sonrasında bakın Atatürk neler yaptı? Osmanlıdan kalan 13 milyon nüfus, ilkel bir tarım ve sıfıra yakın sanayi idi. Madenlerin çoğu, limanlar ve demiryolları yabancıların elindeydi. Ülkede 153 ortaokul ve lise, sadece 1 üniversite vardı. Ortaokullarda 543, liselerde ise 230 kız öğrenci vardı. Kişi başına düşen gelir 4 lira idi. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e devreden sadece 4 önemli fabrika vardı. 1929-1938 arasında ağır sanayi üretimi % 152, toplam sanayi üretimi ise % 80 arttı. Krom üretiminde % 600 artışla Türkiye dünyada ikinci sıraya yükseldi.(Şimdi elimizdeki uranyum ve bor madenlerini çıkaramıyoruz) 1938’e gelindiğinde 17 milyon nüfuslu ülkede bütçe artık açık değil, gelir fazlası vermekteydi.
1930’da 1 dolar 2,12 lira iken 1939’da 1,28 liraya geriledi. 1924’te 15’i yabancılara ait 19 ulusal banka varken, 1938’de banka sayısı sadece 9’u yabancılara ait olmak üzere 39’a yükseldi. İkisi devlete, biri özel girişime ait 3 uçak fabrikası kuruldu. Sadece Kayseri’deki fabrikada 1938’e kadar 176 uçak üretildi. ABD’nin isteği ile uçak üretiminden tamamen vazgeçilen 1950’lere gelmeden, Türkiye ilk yolcu uçağını da 1944’de üretti ve Danimarka, Hollanda gibi ülkelere de ihraç etti. 1924-1936 arası 13 mali yıl bütçesi kesin hesaplarının 2 yılı denk, 9’u bütçe fazlası verirken sadece 2’si(Aşar vergisi kaldırıldığı için) açık verdi. 1938’de devletin, Osmanlı borçları dışında borcu kalmadı. O da anlaşma gereği taksitlerle ödeniyordu. Atatürk, işte bu Osmanlı’dan arta kalan borç, sefalet ve gelir gider dengesizliğinden; üreten, kendi kendine yeten ve hatta ihracat yapan bir Türkiye’yi çok kısa bir sürede yarattı.
Gelelim sonrasına. 1980’de 16 milyon büyükbaş, 50 milyon küçükbaş hayvan varken 2010’da büyükbaş hayvan 10,5 milyona, küçükbaş hayvan ise 23 milyona geriledi. 2002’de, yani Cumhuriyet’in 80 yılının sonunda, Türkiye’nin 129 milyar dolar dış borcu vardı. Bugün bu borç 411,5 milyar dolara çıktı. Atatürk’ün kurdurduğu SEKA, Tekel, Eti Maden, Sümerbank, Şeker Fabrikaları'na ait tesisleri tek tek satan AKP, ülkenin temellerini oluşturan işletmeleri üç kuruşa elden çıkardı. İşte böyle. Biri yapar, biri yıkar. Yıkan suçu yapana atar. Kimileri konuşur, kimileri öyle bakar. Değişmeyen bir gerçek var ki, gerçekleri tarih yazar.
Atatürk, Fransa’dan getirttiği kitabın parasını cebinden ödeyen adamdı. Görevi süresinde bir kez bile yurt dışına geziye gitmedi. Tüm devlet adamları ayağına geldi. O, Küba lideri Fidel Castro’nun “Ben de devrim gerçekleştirdim. Ama O’nun yaptığı harf devrimini ben yapamazdım” diyerek hayranlığını dile getirdiği liderdi. Evet, Atatürk adamdı ve tekti. Ondan sonra zaten öyle adam gibi adam gelmedi. O, tek adamlığı yıkıp demokrasiyi getirdi, bugün birileri ise demokrasiye son verip tek adamlığa dönme çabasında. Şunu bilin ki kimse Atatürk ile kıyaslanamaz, kıyaslanması bile düşünülemez. Onu eleştirenlerin işi çok zor. Onlara da hak veriyorum. Hangi zaferi kutlamak isteseler altından mutlaka Atatürk çıkıyor. Çıldırsınlar bakalım. Saygılarımla, hoşça kalın.