Birey olarak yaşamımızın hemen her evresini kendi doğrularımız, ilke ve prensiplerimiz, kural ve kâidelerimiz ile şekillendirme eğilimindeyizdir.

Bu doğrultuda yaşamını sürdürmeyen insan neredeyse yoktur diyebiliriz. Tabii insanların ne kadarı söz konusu ilkelere söylemde gösterdiği bağlılığı pratikte de gösteriyor ve bu prensipleri ne ölçüde değerli görüyor ve yüceltip yaşamını bu kâideler üzerine sürdürüyor burası tartışılır. Sözünü ettiğimiz ilkeler dışsal etkilerle, yani; aile, örf, adet, anâne, inanç, tarih, iklim gibi faktörlerle şekillenebildiği gibi içsel olarak yani akıl ile de şekillenebilir. Dışsal faktörler arasında saydığımız din kavramını metafizik yönü itibariyle diğer faktörlerden ayırmamız gerektiğini de ifade etmekte fayda görüyorum. İnsan ilişkilerinin gelişimi ve olgunlaşmasında da çok müstesna bir yere sahip olan söz konusu ilke ve prensiplerin ekseriyetle sorgulanarak ve ardındaki mantıksal sebep ve gerekçelerin kritik edilerek benimsendiğini söyleyebilmek maalesef oldukça güç. Kanıt mı? Aklı selimden bu kadar uzak bir toplum oluşumuz, etik-ahlâk anlayışımızdaki derin yoksunluk, popülist söylemlerden çok kolay etkilenmemiz ve yönlendirilmeye çok müsait sosyolojik kimliğimiz (edilgenlik) v.s kanıt olarak gösterebileceğimiz birçok neticeden bazıları olarak ifade edilebilir. 


Kur’an’ın Telkinleri
    Yaşam olgusunun hemen her bir vechesi için temel ilkeler getiren Kur’an, geçici olarak bulunduğumuz dünya hayatını da ölüm gerçeğini merkeze alarak ve bunu yüksek bir şuurla diri tutarak sürdürmemizi ister. Bir anlam varlığı olan insan kendisine bahşedilen akıl ile daha büyük bir anlamın peşinden koşar. Ve bu anlam arayışı muhtelif ideoloji ve paradigmalara entegre olan insan için yaşama dair ilke ve prensipleri de beraberinde getirir. Söz konusu ilkeler aile başta olmak üzere, sosyal hayatımızı ve hatta devlet ölçeğinde uluslararası ilişkilerimizin de belirleyici unsurlarıdır. Kimileri için bu unsurun nemalandığı temel kaynak maddi iken, (burada beşeri ideoloji ve değer yargılarını kastediyorum) kimileri için de dinîdir. Maddi kökenli bakış açısına sahip olanlar dini ve ölüm gerçeğini yok saymamakla birlikte dünya yaşantısının din ile bir bağlantısının olmaması gerektiği konusunda ısrarlı bir tavır sergilerken, din disiplinin ibadetlerden ibaret olduğu varsayımını kabul ederler. Hâlbuki böyle bir bakış açısı dine yeni bir tanım getirmek, yeniden ve farklı bir şekil vermek anlamına gelir ki bu, katıksız bir zûldür. Şurası açık bir hakikat,  dinin sahibi biz değiliz. Dolayısıyla dine yeni bir tanım getirip, kendi özgün yapısı itibariyle yaşamın belli alanlarına müdahale edip kural koyduğu ve sınır çizdiği noktalarda belirlediği hükümlerini yok sayamayız. Böylesi bir durum dinin buyruklarına karşı çıkmaktır. Başka bir ifadeyle dini ve dolayısıyla dinin kaynağını hiçe saymak anlamına gelir. 

      Aklı selimin gereği olarak dinin sonsuz kudrete sahip bir Varlık’tan geldiğini hesaba kattığımızda, dinin buyruklarına karşı çıkmanın ve alternatif aramanın yine güçlü bir delille temellendirilmesi gerektiği sonucuna varırız. Böylesi bir delil yoksa (ki yok) hangi sebep ve gerekçe ile dinin getirdiği hakikatlere karşı çıkılabilir sorusu cevabını bekliyor olacaktır. Bu soruya verebileceğimiz bir cevap var mıdır? Eğer var ise o halde dinin ibadet kısmı için de benzer bir alternatif ile ortaya çıkılabilir. Yani kendi dinimizi yaratabiliriz. Bunda da özgürüz. Dinin bizatihi kendisi: “Dinde zorlama yoktur.” âyetiyle bu konuda bizlere sınırsız özgürlük tanıyor. Dilerseniz İslam olursunuz, dilerseniz kendi dininizi yaratırsınız. Dilerseniz Hak, dilerseniz batıl. En nihayetinde doğruluk yanlıştan ayan beyan ayrılmıştır. Bize düşen, bize verilen akıl ile bir soru olarak bize yöneltilen yaşamın doğru cevabını bulmaktır. Tabii ki yine delile dayanarak. Çünkü ancak akıl, mantık ve vicdan sacayağında temellendirilmiş ve gerekçelendirirmiş bir düşünce ve değer yargısının Hakk’ın nazarında kıymet-i harbiyesi olabilir. 

“Sahip olduğumuz düşüncelerin, benimsediğimiz ideolojilerin, mensubu olduğumuz partilerin, iştirak ettiğimiz dini grupların telkin ettiği ilke ve prensiplerin Hakk’ın terazisindeki karşılığı nedir?”


İslam ve Düalizm
     İslamiyet, düalist bir din değildir. Dünyayı bir tarafa, öteki dünyayı diğer tarafa koyabilme hakkına değilsiniz. Seküler bir mantıkla bakıldığında din, uhrevi bilgileri taşıyan bir şeymiş, dünyevi olan ayrıymış gibi bakılıyor. Kur’an, salt uhrevi bilgileri taşıyan bir kitap değildir. Kur’an, dünyadaki yaşam biçimlerimizi belirlemede ve kendi hayatımızı, anlamımızı belirlemede bizlere ışık tutan bir rehber. Fizik de kimya da bunun içinde.

“Din, bir şeye inanmak veya reddetmek için delillere dayanılmasını ister.”

Yaşayan Bir Delil Üzere Yaşasın
      Dinamik yaşam olgusu basmakalıp fikirlerden türetilen ilkeler ve edilgenlikle sürdürülecek bir şey değil. Her an yeni bir anlam ve değer katarak ilerlememiz gereken hayat yolculuğu elbette bir rehbere bağlılıkla idâmesi mümkün bir süreç. Kanaatimce yaşamı ve yaratılmışlığımızı anlamlı kılan ve çıkmazda olduğumuz post-modern zamanların; siyasi, askeri, idari ve finansal konjonktüründe bize umut veren yegane gerçeklik ölüm olgusu. Bu zeminde ölüm gerçeğine yaklaşımı ve ölümü anlamlandırma noktasındaki cevabıyla kalpleri tatmin eden tek görüş ve ideoloji ise din. Aynı zamanda yaşamın kendisi için getirdiği yaklaşımları ve telkinleri dahil olmak üzere din ile diğer disiplinler arasında tarifsiz bir nitelik farkını görmek de çok zor değil. Tüm bunları tek bir cümleyle temellendiriyor İslam: “Yaşayan bir delil üzere yaşasın.” O halde soralım kendimize; bize, yaşamımıza, aile ve sosyal yaşantımıza, siyasi görüş ve fikirlerimize yön veren değer sistematiğinin öte dünya ile bağı ve bağlantısı var  mıdır? Ve bize yolumuzu çizdiğimiz söz konusu değerlerimiz ölüm gerçeğini nereye koyuyor, nasıl yorumluyor ve anlamlandırıyor! Mensubu olduğumuz değer yargıları bu hayat ile öteki dünya arasında sıkı bir bağ kurmuyorsa ve bu bağı hayata yansıtmıyorsa delil üzere değilizdir.


O halde Kur’an’a kulak verelim: “Yaşayan bir delil üzere yaşasın.” Enfâl Sûresi/42. âyet


Saygı ve hürmetlerimle…