Ateist, alkolik, kadın düşkünü, mason, diktatör, Türk değil, İngiliz ajanı diye suçladıkları Atamıza yaptıkları en ağır hakaret geçen yazımda da belirttiğim gibi babasının Ali Rıza Efendi değil bir Yahudi olduğu ve annesi Zübeyde Hanımı genelevden çıkarttığı ahlaksızlığıdır. Bu iftirayı atan da Rıza Nur. Şimdikiler de bunu belge kabul edip peşinden sürüklenmekte. Amaç belli: Atatürk’ü milletin gözünden düşürmek. Buna inananların sayısının az olmadığını da bir acı gerçek. Bize Atatürk'ü veren, en büyük Türk anası hakkında böyle bir yazı yazmaktan utanıyorum. Ama akıllarda bir soru işareti kalmamasını düşünüp yazmak zorunda kaldığım için kendisinden özür diliyorum.
Yıllar önce şöyle bir öykü okumuştum. “Mühendislerin bir metrekareden büyük resim tahtası vardır. Bir mühendis, “Ben bu resim tahtasını yiyeceğim!” diye arkadaşlarıyla iddiaya girmiş. Arkadaşları “Yiyemezsin!” demiş. Mühendis tahtayı 360 parçaya bölmüş. Her gün bir parçasını ufalayıp yutmuş. Bir yıl sonra da resim tahtasının tümünü yemiş.”
İktidar partisi de tıpkı öyküdeki gibi cumhurbaşkanı başta olmak üzere tüm fertleri ile cumhuriyet değerlerini parçalara bölüp başları sıkıştıkça gündemi değiştirmek için her bir parçasını ufalayarak yemeye çalışıyor. Türk kimliği, ordu, bağımsız yargı, laiklik, eğitim, sivil yaşama müdahale bitti. Zaman zaman cumhuriyetin kurucuları da unutulmadı. Hedef olarak İnönü’yü gösterip dolaylı yoldan Atatürk’e saldırıldı. Camiler ahır yapıldı, iki ayyaşın hazırladığı anayasa dendi, Lozan hezimet oldu, Osmanlının Sevr ile düşmana teslim ettiği Musul’u, 12 adayı Atatürk ve İnönü verdi, yalanı ortaya atıldı. 90 küsur yıldır yaşayan cumhuriyet reklam arası oldu. Emine Erdoğan dâhil hepsi müthiş tarihçi kesildiler.
Gelelim bu yalanın, iftiranın doğrusunu, gerçeğini akıl, mantık yoluyla açıklamaya:
Önce Rıza Nur’dan başlayalım. Bu zat psikolojik açıdan hasta birisidir. Cinsel yönden de sağlıklı değildir. Kendi deyimiyle gençliğinde bir kez cinsel tacize, bir kez de tecavüze uğramış, sonrasında bir Harbiyeliye âşık olup kadın olmak istemiştir. "Hayatım ve Hatıralarım" adlı kitabının bazı cümleleri aynen şöyledir: "Karımdan şu mektubu aldım: 'Ben burada kendime bir hayat arkadaşı buldum. Bunu başkasından duyarak üzülmene imkân bırakmıyorum.' Namussuz karı! Sonunda bana boynuz da taktı (s.1785). Galiba bu işte M. Kemal'in ve İsmet'in(İnönü) de parmağı var (s.1786).""Bu Harbiyeli çocuğu herkesten ziyade sevmeye başladım... Görmesem aklımdan hiç çıkmıyor, görsem yüzüne bakamıyor, içimde heyecan duyuyorum. Anladım ki bu çocuğa âşık olmuştum. Böyle bir aşkın sonu livata(sapık cinsel ilişki) demektir(s.22)" Böyle bir kişi nasıl ciddiye alınır? Yazdıklarına nasıl inanılır?
O yüce kadına genelevde çalıştığı iftirasını atanlar kaynak olarak 1990’da sahte bir mahkeme kararını gerçek bir belgeymiş gibi gösterirler. Bu sahte belge, 1990'da Almanya'dan, Siirt'ten, Bitlis'ten çeşitli adreslere postalanır. En acısı Milli Eğitim Bakanlığı'nda çoğaltılır ve Meclis'te milletvekillerinin posta kutularına dahi atılır(23 Şubat 1994). Bu belgenin sahte olduğunun göstergeleri şöyle:
1. Kâğıdın rengi bozulmamış, yazılar hasar görmemiş, 110 yıllık belgede bu imkansız.
2. O dönem kararlarında pul yoktur. Bu düzmece kâğıtlarda pul var.
3. Kararda, imzası bulunan yargıçların adlarının ve kıdemlerinin yazılı olması gerekir. Yok.
4. Genelevde annesi çalışmış, üstelik bu durumu mahkeme kararıyla belgelenmiş birisini Osmanlı ordusunda askeri okullara alırlar mıydı?(M. Kemal 2. Abdülhamit döneminde askeri okula girer. O dönem askeri okula girme esaslarına bakalım: “Açılacak askeri okullara sadece hanedan ve asker çocukları alınmayıp aslı ve nesli belli halkın çocuklarından da okullara kayıt yapılacak; toplum içinde kötü tavır ve halde olduğu bilinenlerin çocuklarının kayıtları yapılmayacaktır.”)
5. Osmanlının o yıllarında resmi genelev var mıydı? Varsa çalışanları kimlerdi? Yoksa bu konu nereden çıktı?
6. Atatürk iddia edildiği gibi “veled-i zina” olsaydı Padişah Vahdettin kendisini kızı Sabiha Sultan ile evlendirmek ister miydi?
7. Annesinin 2. evliliğine bile küçük yaşına rağmen katlanamayan bir M. Kemal, annesinin böyle bir durumu olsa onu reddetmez miydi? Böyle bir anneye ölümüne dek bakar mıydı?
İşin aslı şu: Zübeyde Hanım, Ali Rıza Efendi ile 1870’de evlenir. 1882'ye(düzmece mahkeme kararına) dek, sırasıyla Fatma, Ahmet, Ömer ve Mustafa adlı 4 çocuğu olur. O tarihte Ali Rıza Efendi sağ, Zübeyde Hanım’ın eşidir. 4 çocuklu ve kocalı bir kadının, 4. çocuğu için bir başka erkeğe yönelik kocalık davası açması mantıklı mı? Ali Rıza Efendi öldüğü yıl 1893’e dek evlilikleri sürer, Makbule ve Necmiye adlı iki çocukları daha olur. Ayrıca bir koca, böyle bir davayı öğrendiğinde 3 kez "Boş ol." deyip evliliği bitirmez mi? Yine evli, dört çocuklu ve kocasının geliri olan bir kadın genelevde çalışır mı? Özellikle o günün ahlak anlayışında bu hiç mümkün değil. Hadi Ali Rıza Efendi olmaz ya kabul etti diyelim. Ancak Zübeyde Hanım’ın babası ve erkek kardeşleri var. O günün ve bugünün de Türk aile yapısında, böyle bir şey olsa geneleve girmek namus meselesi olur ve kanla temizlenir.