Bir başkaydı bizim çocukluğumuz.

Çocukluğumuzu yaşadığımız yıllarda çağın teknoloji ve yaşam şartları bu günümüze göre çok farklıydı.  Evlerimiz tek ya da iki katlı,  bahçeli; durumu iyi olanların ise üç katlıydı.

“zenginlerin evi” diyorduk.  Zengin evlerinin kapıları demirden,  yağlı boyalı,  süslemeleri ise yaldız boyalıydı. Bizim evlerin kapılar ahşap duvarları mavi “çivid” badanalıydı, radyo bile yoktu. Zengin evlerinde büyük sandık gibi radyolar vardı. Sesini çok açtıklarında kahramanlık hikâyeleri, arkası yarın, skeçler dinlerdik uzun dalga Ankara, Orta dalga İstanbul ve İzmir radyolarından. Mahalle deki kahvelerden de büyük şehirlerde oynanan maçları dinlerdik.

İlk Okulumuz Eylül’de açılır, Haziran ‘ın 15’inde kapanır ve yaz tatiline girerdik. Eğitim cumartesi günü öğleye kadar sürerdi. Öğleden sonra da tek eğlencemiz olan sinemaya giderdik. Tire de üç sinema vardı. Bunlar; Şehir, Altunuç ve Küçük sinemalardı. Kerime Nadir, Halide Edip Adıvar’ın aşk ve kahramanlık, bazı haftalarda ise Amerikan kovboy filmlerini izlerdik. 25 kuruş bilet. 20 kuruşa da Başargan gazozu içerdik. Milyon değil lira ve kuruşlar vardı. Haftalık harçlığımız iki buçuk liraydı. Zengin çocuklarının ise beş veya on liraydı. İkibuçuk lira benim için çok önemliydi.  Bir hafta yetiyordu. Kırmızı renkli, ön yüzünde ATAÜRK portresi arka yüzünde ise Merkez Bankası’nın fotoğrafı vardı.  Beş liralıklar mavi, On liralıklar kırmızıydı. Büyük paraları biz göremiyorduk.

On beş on altı yaşımıza kadar gece sokağa çıkamazdık. Anne ve Babamız izin vermezdi “Çocuklar gece sokağa çıkmaz” derlerdi.  Ancak misafirliğe birlikte giderdik ailece. Kahve, Sinema gibi eğlence yerleri o yaşımızda yasaktı. Taaa ki bıyığımız terleyene kadar. Okul dışında Öğretmenimiz bizi hava karardıktan sonra sokakta görürse ertesi sabah sorardı “o saatte orada ne işin vardı” diye.

Okul kıyafetlerimiz tek tip ilkokullarda siyah podye (önlük) beyaz yaka kolalı, Ortaokulda ise ütülü pantolon, ceket, kravat ve şapka mecburiydi. Erkek Sanat Okulu’na kızlar alınmaz; kızlar, Kız Sanat Okulu ya da Orta Okula giderlerdi. Disiplin hep ön plandaydı. Okullar arasında disipline uyma rekabeti vardı. En büyük rekabet ise başarıydı. Büyük Şehirlerdeki okullara öğrenim görmeye gidenlerin hangi okuldan geldiği sorulur okuduğu okulun başarısı da yüksek öğrenime giden öğrenci sayısı ile belirlenirdi.

Çocuklarımıza  “Biz Çocukken” diye yapamadıklarımızı, başaramadıklarımızı anlatırken onlarda  “O zaman öyleydi” diyorlar. Haklılar. Ancak çocuklarımız bizim yaşadığımız şartları bilmedikleri için savunmalarını böyle yapıyorlar. Çocuklarımıza anlatmak istediğimiz; Teknolojinin eksikliği,  Ekonominin kısıtlı oluşunun yanında, başarı oranının yüksek oluşudur.  Tabiidir ki çocuklarımızı o çağlara göre yaşamak değil şimdiki,  günümüzdeki geniş imkânlardan,  teknoloji zenginliğinden en iyi şekilde faydalanıp daha iyiye,  daha güzele ulaşmış olmalarıdır.

Çocuklarımız büyüyüp Anne Baba olduklarında çocuklarına  “Biz çocukken” deyip yine teknoloji eksikliğinden ve yetmezliğini anlatacaklar…