İslam dünyasının büyük şair ve yazarlarından olan Şirazi, özellikle küçük hikâyelerle oldukça hoş, enteresan kişisel gelişime yönelik yazıları ve Fabl türü eserleriyle dikkat çeker. Avrupa hayranlığı ile Doğu klasiklerini İslam’ı renginden dolayı reddettiğimiz gözümüzü kapadığımız için Fabl denilince biz hep 17. yüzyıldaki La Fonten gelir aklımıza. Hâlbuki 12. yüzyılda İslam coğrafyasındaki Şadi Şazi’ye gözlerimizi kapatırız.
Her neyse konumuz edebiyatımızdaki “mukallitlik” ya da “ eziklik” psikolojisi değil.
Günümüz insanının ruh dünyasına ışık tutacak bir hikâyeyi Sadi 12. yüzyıldan günümüze gönderir. Hikâye Hindistan’da geçer. Hintlilerin maymunları nasıl avladıklarını anlatır Şiraz.
Malum maymunlar oldukça çevik ve zekâ yönünden hayvan türleri arasında insan zekâsına yakın bir zekâ gelişimi gösterir. Bu itibarla maymunları avlamak son derece zor ve meşakkatli bir iştir. Bunun için geliştirilen yöntem ise son derece basittir.
Maymunlar için muz vazgeçemeyecekleri kadar değerli bir besindir. Bu zaaflarından dolayı maymunun elinin sığacağı büyüklükte bir kavanoza muz konulur. Maymun muzu görünce dayanamaz. Onu almak için elini kavanozun içine sokar. Eli boş iken ağzı dar olan kavanoza sığan maymunun eli muzu aldığında yumruk şekline dönüştüğünden eli kavanozdan çıkmaz. Muzdan vazgeçmeyen maymun kavanozdan elini çıkaramaz ve maymun kolayca yakalanır. Muzu bırakanlar ise eli açık olacağı ve kavanozdan kolay çıkartabileceği için kurtulur.
Şirazi bu olayı anlattıktan sonra adeta bize, günümüz insanına kişisel gelişimle ilgili harika bir ders verir. Der ki “İnsanların başına ne gelirse eline aldığını bırakmayışından gelir Eline aldığını bırakabilen saadete kavuşur. Bırakamayanlar ise felakete gider. Hiç kimse verdiğinden sıkıntı çekmez. Ancak aldığından sıkıntı çeker. Cömert olan, vermesini bilen, elini açan her zaman rahat eder .”
Elini açanın kurtulduğu, kapayıp ta elindekini bırakmayanın tuzağa düştüğü bir dünyada yaşıyoruz.
Sen ona en değerli şeylerini vermedikçe, onun sana hiçbir şey varmayacağı bir dünyadayız.
Başımıza gelen felaketler elimize aldıklarımızı bırakmayışımızdan geldiğini hiç düşündük mü?
Hiç kimse verdiğinden sıkıntı çekmiyor.
Aldıklarımızdan..
Aldığımızı sahiplendiğimizdendir çektiklerimiz.
Sahiplenmekle de kalmayıp kalbine yerleştirdiğinden..
Tıpkı Can Yücelin şiirinde olduğu;
“Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.”