Değerli okurlar bu hafta sizler için iki önemli konuyu ele almak istiyorum. Birincisi CUMHURİYET’in ilk meyvelerinden biri olan,TÜRK devletinin ve milletinin var oldukça okunacak olan İSTİKLAL MARŞIMIZ,  ikincisi, insanlığa iletişimde, medeniyette,uygarlıkta büyük önemi olan telefonun icadı  hakkındaki düşüncelerimi ifade etmek istiyorum.
İSTİKLAL MARŞIMIZ: Şimdiki adı (LİBYA) Trablusgarp’da 1911 ve 1912 yıllarında OSMANLI’larla İTALYAN’lar arasındaki savaş.  I.BALKAN Savaşı: 8 EKİM 1912,30MAYIS 1913 de Bulgar Krallığı, Sırbistan Krallığı,  ve Karadağ Krallığı’ndan oluşan balkan birliği, Trablusgarp’tan cesaret alarak OSMANLI İmparatorluğuna savaş açmış, TÜRK topraklarının çoğunu ele geçirmiştir.
BALKAN Savaşları bitmeden I.Dünya savaşının başlaması,1915 ÇANAKKALE Savaşı, Kafkas, Yemen, Irak, Sina ve Filistin cephesinde OSMANLI’nın bu savaşlardan zayıf düşerek topraklarımızın paylaşılması, Rusların liderliğinde Ermenilerin halkımızı öldürmeleri, yine Rusların Tirebolu, Harşit Çayı sınırına yaklaşması, 1919 ile 1922 arasında olan kurtuluş savaşı, 1923 de Lozan Antlaşmasıyla resmen bitmiş, bu arada 23 Nisan 1920′de TBMM açılmış, düzenli ordunun kurulması, bunca yaşanan savaşlardan sonra devletimizi ve milletimizi temsilen, vatan sevgisi gibi değerleri sembolize edecek,  bir marşın yazılması kararı alınmıştır. Bu kararı İsmet İNÖNÜ, (maarif nazırı) olan o günün milli eğitim bakan’ı Rıza NUR ‘a açarak fikir birliğinde bulunulmuş, ardından marşın güfte ve bestesi ayrı ayrı yarışmaya konulacak, her birini kazanana 500 lira ödül verilecekti. Yukarıdaki ödül miktarını bildiren 8 kasım 1920 tarihli Hakim-i Milliye’de ”TÜRK şairlerinin nazar-ı dikkatine maarif vekilliğinden” başlıklı ilan ile duyuru yapılmıştı. Asıl amaç,  yazılacak güftenin milli mücadele ruhunu anlatan,  eserlerin 23 aralık 1920 de maarif vekillerince edebi bir heyet tarafından değerlendirileceği bildirilmiştir. Kısa zamanda 724 eser gönderilmiş, ancak eserlerin amacına çok uygun yazılmadığı düşüncesiyle kabul görmemişti. Bu arada Rıza NUR’un yerine Hamdullah SUPHİ (TANRIÖVER) gelir ve yazılacak şiirdeki istenilen  vasıfları anlatabilecek, imanlı yaşayışıyla, milletçe çekilen güçlükleri hissettirebilecek, örnek kişiliğiyle M.Akif ERSOY’un olacağını düşünür. Şairin öğrendiğimiz kaynaklardan 1915 yılında buna benzer çalışmaları olduğunuda söyleyebiliriz, sebebinin ödüllü yazılan bir şiir olacağından dolayı M.Akif bu yarışmaya katılmamıştı, yarışma sonuçlanmış fakat istenilen hisler ve düşünceleri kapsamadığı için tekrar edilmekte fayda görülmüştü. Şimdi tek amaç  M.Akif’i şiiri yazma konusunda ikna etmekti. Bu his ve duygularla dolu olan M.Akif ERSOY yokluk yıllarında 500 lira ödülü nasıl kabul edebilirdi? İçinde gerçek ALLAH korkusu olmasaydı bu parayı almaz mıydı? Aklıma hemen daha sonraki yıllar geldi meclisimiz adına, o yıllarda M.Akif neler düşünmüş, daha sonra devletin ve milletin paraları  nelere harcanmış? Neyse bu samimi olayı kirletmek istemiyorum.
Hamdullah SUPHİ bir mektupla M.Akif ERSOY’u ikna eder ve hemen yazılmaya başlanır. Yakın çevresi onu marşı yazdığı günlerde, sokakta, camide, yürürken, yemek yerken hep yazdığı şiiri düşündüğünü anlatıyorlardı. Marş nihayet 7 şubat 1921 de imzasız olarak maarif vekaletine verilir. İstiklal Marşı içlerinde Bahattin BAHA, Hüseyin SUAT, Kazım KARABEKİR, İshak RAFET, Kemalettin KAMİ gibi tanınmış isimler olan komisyon ikinci yarışmada  7 şiir seçer. Aynı yılın mart ayında meclisin 2.toplantı dönemi açılmış, herkes yerini almış, localar dahil her yer dolmuş, ilk konuşmayı  Mustafa Kemal  2.oturumda da İsmet İNÖNÜ konuşarak daha sonraki görüşmeler sonunda 7 şiirin m.vekillerine dağıtılması kararlaştırılmış. Başta Hamdullah SUPHİ olmak üzere tercihini M.Akif ‘den yana olduğunu söylemiş,büyük bir heyecanla eseri okumuş, salondan birdaha okunsun sesleri yükselerek  duygu ve gerçek yüklü mısralar defalarca tekrar edilmiş.Eser okunurken üstad büyük bir tevazu örneği göstererek oradan ayrılmış.Resmen kabulü 12 mart 1921 deki oturumda gerçekleşmiş. Daha sonra kırgınlık olmaması için bu parayı alıp darül mesai isimli adlı derneğe bağışlamış,eser kabul edildiği gün cebinde sadece 2 lirası olup, bu parayıda zonguldak millet vekili Hayri Beyden borç almış.İki gazeteci, Hakkı Tarık USLA ve Ruşen Eşref ÜNAYDIN ölümünden birkaç gün önce üstadın ziyaretine giderler,gazeteciler üstada istiklal marşımız  tekrar yazılabilirmi? diye sorarlar, yatağından doğrulan üstad_Bu istiklal marşını kimse yazamaz,ben dahi yazamam ve ardından şu duayı eder ”ALLAH BU MİLLETE BİR DAHA İSTİKLAL MARŞI YAZMAYI NASİP ETMESİN”der. Milli mücadelenin ruhunu anlatan bu şiiri pür dikkatle dinleyenler,adeta milletin kurtuluşunu yazıyla resim ettiren,o anı tekrar yaşatan,okundukça tazelenen,tarifi mümkün olmayan bir eser yazdırılmış,yazdırılmış diyorum sn.okurlar çünki bu eser üstadında anlattığı gibi yazdırılmış, kişilik üstü bir yazım o tarihten sonra gerçeğe yakın böyle bir şiir olduğunu sanmıyorum,kişi ne yazarsa yazsın bu samimiyete kendi yeteneğiyle yaklaşması ”na” mümkün.Günümüzde İSTİKLAL MARŞIMIZ duyulduğunda yürümesine devam eden,ciklet çiğnemesine bırakmayan,müziğinin sesini kısmayan,konuşmasına devam eden,gülüşen kısaca gereken saygıyı göstermeye teneğzül etmeyenler milli marşımızın nasıl yazıldığını, içeriğinde bir milletin nereden ne şartlarda nasıl geldiğini, devletimizi ve milletimizi temsil eden bu yüce eseri, defaaten okuyarak idrak etmelerini arzu ediyorum.İşte milletçe niçin ilerleyemeyişimizin en büyük sebeplerinden biri olan bu eserlerin hakkıyla sahip çıkılmamasından olduğu kanaatindeyim.

Kıymetli okurlar, yazımın başlığında İSTİKLAL MARŞI ve MEDENİYET (telefonun icadı) diye yazmak istediğim iki konuyu tek başlık altında toplamak düşüncesindeydim, fakat milli marşımıza ne hikmetse geniş çaplı objektif bir düşünceyle ele almak gerekirse, medeniyet sözcüğünün de aynı yere yabancı olmayacağı hatta ”seza” bir boşluğu tamamlamış edasıyla görünüm oluşturmuş gibi hissettim. Onun için ikinci konumuza İLETİŞİM ve MEDENİYET diye değiştiriyor ve hemen devam ediyorum.
İnsanlığa iletişimde,ulaşımda ve medeniyette günümüz yaşantısında o kadar yaygın hale geldi ki globalleşen dünya kavramının temeli ancak telefon ile başladı dersek abartmış olmayacağım kanaatindeyim,tabiki bu arada telgrafı atlarsak biraz haksızlık etmiş oluruz, zira telefondan önce dünyada 1837 de AMERİKA’lı Samuel MORS tarafından icad edilmiş, ülkemizde ise ilk 1847 yılında sarayda kullanıma başlanmış,tahtta olan sultan I ABDÜLMECİD  Samuel MORS’a teşekkür madalyası göndermiş.Evet telefofun mucidi her nekadar İSKOÇ olan Alexander GRAHAM BELL olsada, farklı bilgilerde İTALYAN Antoni MEUCCİ olduğuda bilinmektedir, yaygın bilgi kaynaklarına göre dünyada 1876 da icad edilmiş,beş yıl sonrada ülkemizde ise 1881 de kurulup,elli hatlık ilk sanral ile yaygın kullanıma, ATATÜRK’ün kurtuluş savaşında faydalandığı,1927 ile1936 yılları arasında radyo evi olarak kullanılan rivayet olurki istiklal mahkemelerininde burada faaliyet gösterdiği bina olan,1909 yılında İSTANBUL ,sirkecideki büyük postanede hizmete başlamıştır.ilk otomatik sanral ise ATATÜRK’ün emri ile1926 yılında ANKARA’da kurulmuştur.Uluslararası santral ise 1985 yılında yine büyük postanede ilk kullanılmaya başlanılmış.Cep telefonu ise ülkemizde kullanımı 1989 yıllarına dayanan, müteakiben yıllarda ise gerek kullanım kolaylığı, gerekse günümüzün şartlarına göre daha modernize edilmiş,çok fonksiyonlu bir elektronik cihaz haline geldi,çünki üzerindeki kapasite malumunuz telefonun haricinde bir çok farklı kullanım şartlarına cevap veriyor.İşte günümüzün, hatta son yılların olmazsa olmaz iletişim araçları olan bu cihazların, teknolojik çağda bize bakan yönünü bizler gereği gibi kullanıyormuyuz? o kısmı ayrı bir tartışma konusu,hemen aklıma gelen boş yere meşgul edilen gereksiz konuşmalar,güncel geyikler,işte medeniyet adına icad edilen telefonun şimdiki kullanım şekli ve kullanıcının ne kadar amacına uygunluluğunu , siz değerli okurlara bırakıyorum,neyse kıymetli okurlar:isterseniz birazda  otomatik santrallerin olmadığı, yetmişli ve seksenli yılları hatırlayalımmı ne dersiniz?.Telefon ile konuşmamız gereken yer İZMİR bile olsa önce görevli tarafından şu soru sorulur_acilmi? normalmi?acil ise enaz yarım saat, mormal ise yine en az bir saat bekleme süresi,ardından yüklü bir telefon faturası,tabi konuşmanın önemine göre aradaki kesilmeler, hattın düşmemesi, görevliden işitilen azarlar,tabi birşey söyleyip hakkınıda arayamıyorsun çünki her şey görevli nöb.memurun elinde,her dediğine peki demek zorunda kalan vatandaş ne yapsın, konuşabilleceğine razı,vatandaşın vergileriyle maaşını alan memur, parasını aldığı vatandaşa gözünü kırpmadan bir ton fırça atabiliyordu,olanlar ne hikmetse garibim vatandaşa fatura ediliyordu,aslında o memurunda suçu yok sistem,idare ,yönetim kısaca herşey hantal,ne söylenilirse,ne gördüyse o da onu uyguluyor, Sevgili dostlarım gördüğünüz gibi nerelerden nerelere geldik tabiki her avantajın bir dez avantajı var ,geçtiğimiz hafta Marmara ünv.kimya böl.öğ.üy.sn. Hasan KILIÇ bey’i dinleme fırsatı buldum,ülkemizin şu anda dışa harcadığı teknolojik giderlerinin sebebi, üretimdeki bürokrasi ve masa başı tipik devlet memuru zihniyetinin ürünü olduğunu anlattı,tabiki bunlara ülkemizin ileri adım atmasında büyük engel teşkil eden,ülkemizi kasan, ihtilaller,muhtıraların rolü tartışılmaz,dikkat edilirse ne zaman sıçrama adına ülkemizde bir hamle yapılsa,muhakkak bir güç veya farklı güçler hemen devreye girer, başlarlar aşağı asılma propagandalarına, her zaman da böyle olmuştur,alın size devrim arabaları, yıllar değişir ama senaryolar aynı”engeller kalkmadıkça yollar açılmaz” değerli hemşehrilerim.”HEDEFİNİ DOĞRU BELİRLEYEMEMİŞ GEMİYE, HİÇ BİR RÜZGAR YARDIM EDEMEZ”(KONFÜÇYÜS)…

 

Ayrıca SELÇUK yolunda trafik kazası sonucu hayatını kaybeden AYNUR kızımızın aramızdan ayrılması bizleri derinden üzdü ,kederli ailesi ve yakınlarına sabır,kendisinede cenab-ı ALLAH’TAN RAHMET DİLİYORUM,CENNET MEKANI OLSUN…