Türk eğitim sisteminin, çağdaş bir program üzere merkezi ve taşra teşkilatlanması II.Mahmut dönemi ve Abdülmecit (1857) dönemine tekabül etmektedir.
Daha önce yalnızca vakıfların yürüttüğü eğitim hizmeti; bir program ve sistemden bağımsız özerk ve dini temelli yapısı ile artık toplumun ihtiyaçlarını tam manasıyla karşılayamamakta ve sosyal, kültürel bir ilerlemenin bileşeni, dinamiği görevini yerine getirememekteydi.
19. yüzyıl ilk yarısındaki bu şartlar yalnızca Türk okulları için geçerli olup azınlık ve gayri Müslim eğitim kurumları çağın gerekliliklerine uygun bir eğitim verebilmekteydi.
Her ne kadar Türk eğitiminde yapılan reform hareketleri toparlayıcı bir nitelik taşısa da Osmanlı Devleti’nin içerisinde bulunduğu mali/iktisadi, politik sorunlar gerçekleştirilen yeniliklerin süreğen ve kalıcı olması önündeki en büyük engeldi.
Osmanlı Devleti’nin varlığının fiilen sona erdiği 1.Dünya Savaşı mütarekelerinin ardından Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde Anadolu’da başlayan milli mücadele ve kurtuluş hareketi eğitim sistemimize de yeni bir karakter kazandırdı.
Savaş ve mücadelenin en sıcak olduğu, kuruluş sancılarının her vatanseverin ruhunda hissedildiği bir yıl olan 1920 senesinde meclisin açılması ile birlikte “Maarif Vekaleti” de hizmet vermeye başladı. Bu tarih ve atılan adım günümüze ışık tutması açısından oldukça manidardır.
En ufak zorlukta, olumsuz giden şartlarda ilk gözden çıkarılan, ara verilen, sekteye uğrayan eğitim; savaş yıllarının vazgeçilmez ve üzerinde titizlikle çalışılan başat bir meselesi olmuştur.
Kuruluşunu takiben merkezi ve taşra birimleri ile Anadolu’ya yayılan Maarif Vekaleti önünde kat etmesi gereken uzun bir yol olduğunu biliyordu. Zira Osmanlı Devleti’nin dağınık eğitim yapısı sebebiyle Türk nüfus özelinde okuma yazma bilme oranı %3-4 seyrindeydi. En ciddi eğitim reformlarının yapıldığı 19.yüzyıl sonlarında dahi okuma yazma oranı %15’in üzerine çıkamıyordu.
1923 yılı ile birlikte İstanbul’da yer alan Maarif Nezareti kaldırılmış ve Ankara Maarif Vekaleti Cumhuriyetimizin eğitim politikalarının belirlendiği tek merkez olmuştur.
Milli Eğitim Bakanlığı savaş sonrası toplumun kalkınması sürecini organize etmek, hızlandırmak ve cumhuriyet değerlerini, üretim mantığını insanımıza kazandırmak için kapsamlı planlama ve projelere girişmiştir. Bu projelerden en kıymetlisi ise dünyadaki günümüz eğitim ekollerine dahi ilham olan “KÖY ENSTİTÜLERİ” atılımıydı.
Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç idaresinde başlayan bu proje üretim odaklı nitelikli, çağın gerekliliklerini yakalayan bireyler, öğretmenler yetiştirme hedefindeydi.
Bu hedef büyük oranda başarıyla yakalanmış, Anadolu’da okullaşma oranı hızla artarken okuma yazma oranı ise çok kısa bir sürede %27 dolaylarına kadar çıkmıştır.
Tüm bu atılım ve ilerlemeye, kaydedilen sosyal ve kültürel gelişime rağmen maalesef yaşanan siyasal politik tartışmalar ve gayeler neticesinde bu kurumlar bağlamından koparılarak 1954 tarihinde dönem hükümeti tarafından kapatılmıştır. Köy Enstitüleri Türk Eğitim tarihinin en önemli dönüm noktalarından olup konu başlığımız ayrıca bir yazımızın temasını teşkil edecektir.
Geçmişten günümüze geldiğimizde ise bu 103 yıllık inişli çıkışlı ilerleyişimizin tekrar kısır, çağımızın hedef ve değerlerinden kopuk ve toplumda karşılığı olmayan tartışmalar ve düzenlemeler ile ivmesini kaybettiğini görmek oldukça üzücü ve kaygı uyandırıcı. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında kuruluş değerlerimize tekrar kavuşarak çağın ihtiyaç ve gerekliliklerine tam anlamıyla karşılık veren bir eğitim sistemine kavuşmamız gayesi ve ümidiyle.