Maslow’a göre, “ait olma” en temel ihtiyaçlarımızdan biridir. Yeme, içme ve korunma ihtiyaçlarımızdan hemen sonra “ait olma” ihtiyacımız gelir. Hepimiz bir aileye, bir gruba ait olmak isteriz. Bizim “kim olduğumuzu” ait olduğumuz aile, doğduğumuz ya da yaşadığımız şehir belirler. Okuduğumuz okul, içinde bulunduğumuz arkadaş grubu, tuttuğumuz futbol takımı da bizim kim olduğumuzu tanımlar. Bizim kimliğimizi oluşturan, ait olduğumuz yerdir.
İlk kez karşılaştığımız insanlara “nereli olduklarını” sormamız onların kimliklerini en kısa yoldan tanımak içindir. Ait olduğumuz yerde kendimizi güvende hissederiz. Zor zamanlarda ailemizin ve dostlarımızın yardımıyla ayakta kalırız. Bu dayanışma bizim hayattaki yalnızlık duygumuzu azaltır. İnsanlar benzerleriyle bütünleştiklerinde kendilerini güçlü hissederler. Aidiyet duygusu insanları bir arada tutan “çimentodur.” Bir insan ya da bir grup tarafından “kabul gördüğümüz” zaman “ait olma” ihtiyacımızı tatmin ederiz. Sadece sevmenin-sevilmenin değil, bir takımın taraftarı olmanın ya da bir siyasi partinin üyesi olmanın da kökeninde “kabul edilmek” vardır. Doğada canlıların, “daha güvenli” olduğu için sürüler halinde hareket etmesi gibi bizler de “insan sürüleri” halinde yaşadığımızda daha “huzurlu” oluruz. Kabul görmek, kendimize benzeyen insanlarla dayanışma içinde olmak bize güven ve mutluluk verir.
“Sadakat” ve “vefa”, ait olma ihtiyacımız üzerine temellenen değerlerdir. Bizim gibi insan ilişkilerini güçlü kılmak isteyen toplumlar “sadakat” ve “vefa” değerlerini yücelten toplumlardır. Birçok psikolojik çalışmanın ortaya koyduğu gibi kendini bir “yere” ait hissetmeyenler “değersizlik” duyguları geliştirirler. Psikolojik, sosyal ya da kültürel olarak “ait olamayan” insanlar kendilerini dışlanmış hissederler. Bu insanlar kişilik bozuklukları gösterirler.
Harvard Üniversitesi halk sağlığı bölümünden Dr. Thomas Glass üç bin kişiyi, on yıl boyunca takip ettiği araştırmasında, güçlü sosyal bağlara sahip olan insanların çok daha sağlıklı yaşadıklarını bilimsel olarak kanıtladı. Bu kişiler sadece ruhen mutlu ve huzurlu hayatlar sürmekle kalmıyor, fiziksel olarak da çok daha sağlıklı bir hayat sürdürüyorlardı. Aynı amaçla yapılan birçok araştırma, ortaya benzer sonuçlar çıkardı: Bir grup tarafından kabul edilmek insana sağlık veriyordu. Kendilerini bir aileye, bir gruba ait hisseden kişilerin yaraları çabuk iyileşiyor, hastalıkları daha hızlı geçiyor ve yaşlılıkları daha sağlıklı sürüyordu. Güçlü aile bağları ve iyi dostluk ilişkileri gerçekten “şifa veriyordu.”