Sabrettik! Demirden, çimentodan –aslında insan hayatından- çalan müteahhitlere sabrettik. Sonuç: Deprem ve FELAKET!
Sabrettik! Alkollü sürücülere, direksiyon şaklabanlarına, muayenesiz araçlara, miadı dolmuş arabalara sabrettik. Sonuç: Kaza ve FELAKET!
Sabrettik! Gazetecileri (sağcı, solcu, Müslüman, Hıristiyan her cenahtan gazeteciyi)  hedef gösteren, onları tehdit eden çetelere, örgütlere, cemaatlere… Sonuç: Cinayet ve FELAKET!

Sabrettik! Para kazanma hırsına, sonra daha fazla kazanma hırsına ve en sonunda daha da daha da fazla kazanma, kazanma, kazanma hırsına; açgözlülüğe sabrettik! Sonuç: Göçük ve FELAKET!
Sabrettik! İş güvenliği hırsızlarına, kendilerinden başka hiçbir kimseyi önemsemeyenlere sabrettik. Sonuç: Asansör ve FELAKET!
Hâlâ sabrediyoruz. Sapıklara, sapkınlara sabrediyoruz. Kadına şiddete sabrediyoruz. Sonuç: FELAKET, FELAKET, FELAKET…
Ama ne oldu? Ne oluyor? Ne olacak?
Bir dozer geldi. Enkazı temizledi. Parklar, bahçeler yapıldı; yıkıntıların yerine. Tertemiz zihinlerle uyandık yeni güne, hiçbir şey olmamışçasına.
Bir canavar bulduk kendimize. Nur topu gibi bir canavarımız oldu. “Trafik Canavarı!” Karayollarını, suçlu sürücüleri, bakımsız araçları herkesi ve her şeyi aklayıp atıverdik suçu sevimli canavarımızın üstüne. Vicdanlarımız ve zihinlerimiz yine temizlendi.
Bir yağmur yağdı. Aldı, götürdü, temizledi kan kokusunu. Unuttuk! Bitti gitti. Ne katli hatırladık, ne katili ne de maktulu.
Bir gün güneş doğdu üstümüze. Öyle aydınlattı ki bizi, öyle ışıdı ki gözlerimizde; karanlıkta, kara kömüre gömülen canların, alnımıza sürdüğü kara lekeden kurtulduk(!) bir anda. 
Bir rüzgâr esti bir gün. Tatlı bir meltem… Savurdu tüm bulutları. Asansörde yere çakılan insanlığımız yine döndü o eski ve yüksek yerine.
Ve… Yine bir gün, Galatasaray bir gol atacak, Beşiktaş maç kazanacak, Fenerbahçe galip gelecek; bir anda her şey unutulacak. Özgecan ASLAN için pankartlarla yürüyen bizler; bu kez aynı sokakları bayraklarla, marşlarla arşınlayacağız. 
Evet. Unutmak, insanoğluna en büyük lütuf, en değerli hediyedir belki. Acılarımızı unutmasak, her an ilk günkü gibi taze tutsak; nasıl mümkün olurdu ki yaşamak? Ve bir erdemdir unutmak.
Unutmak; kendi acıların için söz konusu olduğunda erdemdir. Ancak başkalarının acılarını unutmak, vicdansızlıktır. “Ateş düştüğü yeri yakar.” O ateşin düştüğü yer, unutabilir acılarını. Ateşin düşmediği yer ise unutmaz. Unutmamalı. Önlem almalı. Hesap sormalı. Cezalandırmalı.
İşte bu; unutmaması, önlem alması, hesap sorması ve cezalandırması gereken –yani ADALET’i sağlaması gereken- kimdir? Kim mi ? HUKUK!
Derler ya milletler için iki felaket vardır: Biri “adaletsiz kuvvet” diğeri ise “kuvvetsiz adalet”
Daha açık ifade etmek gerekirse; gerçek suçu gördüğü, gerçek suçluyu bulduğu hâlde gereken cezayı VERMEYEN ve gerçek suçu gördüğü, gerçek suçluyu bulduğu hâlde gereken cezayı, gereken sürede VEREMEYEN bir sistem toplumlar için “FELAKET”tir. 
Suçluların cezalandırılmaması, cezalandırılamaması, verilen cezaların kamuoyu vicdanını tatmin etmemesi (hatta rahatsız etmesi), yargılama sürecinin akıl mantık kuralları dışında uzaması ve neticede “suç”un zaman aşımına uğraması…
Hukukta sabır olmaz.
Cezalandırmada sabır olmaz.
Hak dağıtmada sabır olmaz.
Zamansız gelen adalet, adalet değildir.
Peygamberimiz bir hadisinde: “İşçinin ücretini, alnının teri kurumadan veriniz.” (İbn-i Mace) buyuruyor. Aynı şekilde; katilin cezası da maktulun kanı, maktul yakınının gözyaşı kurumadan verilmelidir.
Biz millet olarak balık hafızalı değiliz. Biz unutmayız. Biz; iyinin iyiliğini, kötünün kötülüğünü, güzelin güzelliğini, çirkinin çirkinliğini unutmayız. 
Fakat geçim sıkıntısına, ülkenin yoğun gündemine ve –ne yazık ki- artık sıradanlaşan felaket haberlerine; “geciken yargı kararları” da eklenince basın-yayın organlarımızın gündemi değişiyor. Basın-yayın organlarının gündemi değişince, toplumun gündemi de değişiyor. Ve… Unutuyoruz! (Belki de çok iyi niyetliyimdir, belki bu bir “unutma” değil, “unutturmadır, “algı Operasyonu”dur. Neyse ben iyi düşüneyim yine de.) 
Biz unutmayalım.
17 Ağustos depremini unutmayalım.
Çocuklarımızı, sanatçılarımızı, devlet büyüklerimizi elimizden alan trafik kazalarını unutmayalım.
Abdi İPEKÇİ’yi, Bahriye ÜÇOK ,Gaffar OKAN ,Ahmet Taner KIŞLALI’yı, Uğur MUMCU’yu, Hrant DİNK’i… Cinayetleri unutmayalım.
Kozlu’yu, Karadon’u, Soma’yı, Ermenek’i… Hele hele  yereldeki faali meçhul cinayetleri Maden facialarını unutmayalım.
Son 5 yılda, yaklaşık 1800 işçimizin hayatını kaybettiği inşaatları unutmayalım.
(…) Güldünya’yı, (…) Ceylan’ı, (…) Arzu ÖZMEN’i (…) Özgecan ASLAN’ı unutmayalım.
Hesap sorulmasını sağlayalım! Hesap sormayanlardan, biz hesap soralım.
Bu cinayetler, facialar… Bu ölümler “alnımızın yazısı” değil, “alnımızın karası”.  
Alışmayalım. Kanıksamayalım. Yadsımayalım. Sabretmeyelim.
Yinede diyeyim "ADALETİN OLMADIĞI YERDE KANUN TAKSİMİ DİNLEMEYELİM !...."
Hakta, hukukta, adalette SABRIN SONU FELAKETTİR !