Her ne kadar eğitimciler olarak nesilleri kategorize etmemeye gayret etsek de; düşünce ve davranış özelliklerini bireysele indirgeyerek öznel değişkenleri ön planda tutmaya çalışsak da, bireyin içerisinde yaşadığı toplumun dinamikleri, normları ve takvimsel atmosferi doğru inceleme, gözlem sonuçları için bu kategorileri doğal bir sonuç şeklinde ele almamız gerekiyor.

2000 li yıllarda doğmuş, o zamanın kültürü içerisinde yetişmiş olan nesli ifade etmek için kullanılan Z kuşağı son dönemlerde şiddet, zorbalık ve salt faydacılıkla çok sık yan yana anılır hale geldi.

Bilişim ve teknolojiye yatkınlıkları, sorunlara karşı pratik yaklaşımları, değerler üstü bakış açıları ve “ben” merkezli dünya görüşlerinin yanı sıra toplumsal etik ve kurallarla hesaplaşma/kabul etmeme, kitlesel tabularla vakit kaybetmeme gibi sivri çıkışlar bazen bu kuşağı uç noktalara savurabiliyor.

Her ne kadar bireysel, özgürlük alanı geniş ve toplumsal normlara asi bir tavır takınsa da maalesef Z kuşağı yönlendirmeye dejenere ve asimile etmeye en elverişli kuşak.

Bu durumun en açık sebebi ise bu kuşağı oluşturan bireylerin temel değerleri reddedip onun yerine bir değer koyamaması ve doğal olarak popülizmin peşine takılması olarak görülüyor.

Aynı tarz kıyafetler, aynı tarz saç kesimi, aynı frekansta kullanılan jargon, aynı duygusal tepkiler, tüm bu örüntünün bir dikte sonucu oluştuğunu açıkça gözler önüne seriyor.

Şarkılarında hızlı nakaratların, anlam bağı olmayan kopuk havada uçuşan argo sözlerin, uyuşturucu, kumar ve akla gelebilecek her tür “uç davranışın” olduğu, izlenen dizilerinde (Sıfır-Bir, Kıyma...) dinlenen şarkılarla eş mesajların verildiği şiddetin ve öldürme eyleminin sıradanlaştığı hiçbir ahlaki değerin kabul edilmediği önermelerin olduğu, moda anlayışının dijital dünyadan gelen emirlerle sınırlandırıldığı Z kuşağı bu sarmaldan çıkmak zorunda.

Bir ulusun temel ilerleme dinamiğini oluşturan genç nesil hayatı tas kafa model saçı ve günlük moda ile belirlenen kıyafetleri ile küfür ve kavga denkleminden ibaret görüyorsa; üretmeyi, emek vermeyi, eğitimi, öğrenmeyi, öğretmeyi, inancı “enayilik”, kısa yoldan para kazanmayı, salt faydacılığı üstün bir meziyet olarak görüyorsa bu esasen toplumsal bir çürümenin başlangıcıdır.

Bu sorun yalnızca ülkemizin gençliğinin değil, bu dejenere kültürsüzlük atmosferine alan açan yetişkinlerinin de sorunudur.

Eğitime, öğrenmeye ve üretmeye değer vermediğimiz; başarıyı maddesel kazanca ve çıkara bağladığımız, tüm değerlerimizi araçsallaştırdığımız sürece başta Z kuşağı olarak tanımladığımız gençlerimiz olmak üzere topyekûn bir ulusu bu vasat sarmalın içerisinden maalesef çıkaramayız.