Etkinlik kitaplarım burada, bilim-deney kitaplarım burada, eğitici oyuncaklar, ıvır zıvır dediğimiz çocuğu en mutlu eden oyuncaklarda tamam, bisiklet, scooter ve yoğurt düşmanı oğluşum için hazırladığım süzme yoğurtlu sağlık pastası, hepsi burada…
Eeee!!! Eee si yaz geldi…
Kuzum karnesini aldı, anaokulunu bitirdi. İnanın ki duygusal anlar yaşamadım değil. Son iki hafta “amanın oğlum büyümüş de büyümüş, kocaman olmuş” diye elimde mendille gezdiğim doğrudur…
Sıra çocuğumla geçireceğim kaliteli zamana geldi ki; ennn savunduğummm, en arkasında durduğum ve sonuna kadar söylediğim her kelimeyi tek tek yediğim tek alan…Anneannem demişti “çocuğunla gişini övmeyeceksin evladım, seni yarı yolda bırakırlar”, buradaki gişi tokat şivesinde koca olmakta. Benim oğlum sakindir, benim oğlum söz dinler, biz işte etkinlikti vs. evde yuvarlanıp gideriz… Anammm!!! Evde sıcaktan bir oraya bir buraya yuvarlandığımız doğru ama gitme kısmı tutmadı abi…Gün gitmiyoooo!!! yapılan her etkinlik bir diğerini istiyo ve sonunda bu kadar çaba bu kadar emek araştırmanın ödülü mü sıkıldımla bitiyo!!! İşte o noktada kaliteli geçirilen zaman bütün kalitesizliğini ortaya koyuyor, bir anda senin içindeki çirkef anne ön plana kibarca çıkıyor ve “aaaa Allah yarattı demem hatta ne verdiyse dalarım”a bağlamak üzereyken tabiî ki ona kadar sayıp “tamam oğlum bir de beraber parmak boya yapalım ne dersin”e dönüyor ki; en acıklısı o an…
Ağlanacak halime gülen ben “hay be gözünü sevdiğim annemin terlikleri be! Yapıştırdı mı ne sıkılmak kalıyordu ne bunalım” deyip elimizde parmak boyalar, parmakların hepsi olmuş ayrı renk durmak yok yola devam…Bizim zamanımızda sendrom mu vardı, terlik vardı terlik...Şimdi mi? Biz oğlumun beş yaşına en az üç sendrom sıkıştırdık: İki yaş, üç yaş, beş yaş sendromları olur kendileri…Offff! fena siz yakanızı silkersiniz, silkeledikçe yapışır yakaya, kabusa dönüşür…
İlk sendromda çocuk her şeye hayır der ki; bu iki yaştır. “Nilay hanım inatlaşmayın, sakince anlatmaya çalışın o sizi anlayacaktır…” Ulen iki yaşındaki çocuk hayırdan ne anlar demeyin, tam da doktorun dediği anda çocukta müthiş bir inat her kelimenin sonu “hayır”… Krizzz ve elinde bir terliğin bile yok popoya yapıştıracak…
İkinci sendromumuz, “her şey benim sendromu”… Her şey benim, oyuncak benim vermem, anne benim vermem, sokaktaki bütün köpekler onun vermez… Hergün evine giren can ciğer kuzu sarması arkadaşına en uyduruk oyuncağını bırakın vermeyi koklatmaz…Çözüm mü? Al oyuncakları komple çöpe at, değil tabiî ki… “Her şey senin evladım, zaten arkadaşın biraz oynayıp bırakacak, sen verip vermemekte özgürsün ama arkadaşın merak etti bir baksın”… Kibarlığa bak! Üç yaşındaki çocuğun önünde maymun oluyosun; Neden? çünkü doktor öyle dedi, psikoloji önemli…
Beş yaş mı? Benim tanımlamamla bildiğin Teksas dönemi, ki doktora sorsan kesin yine bir antin kuntin ismi vardır…Allah ne verdiyse deyip, boyuna posuna, beş yaşına, önden daha yeni düşmüş dişlerine, boş dişlerin arasından tıslayarak konuşmasına bakmayıp; onun yaşında yada ondan küçük diğer çocuklara korkusuzca dalınan, “abi buralar benden sorulur, ben liderim, ben de bu hayatta varım, sen ve etrafımdaki herkes beni dinleyecek ve beni kabul edecek” diye ortalıkta bol “hayır, heee, olduuu, banane, yapmıycam işte, ben istersem yaparım bikere, tamamııı” diye gezen çocuk sendromu…İşte terliği en aradığın ama hep elinin boşa düştüğü, terlik terlik diye krize girdiğin dönem…
Sakın ama sakın büyük konuşmayın! Valla o hayat; işte yavrunuz burada, buda doz doz uyguladığı yaramazlıklar ve sendromlar diye, büyük konuştuğunuz o ağzınızın orta yerine çarpıyo haberiniz olsun…
Siz bilir misiniz? Topladığınız yatak günde kaç kez üzerinde zıplanıp bozuluyor… Ya her oturduğunuz yerin altından vik diye çıkan oyuncaklar ne olacak sorarım size? Yeni sildiğiniz parkeler ıslak tertemiz cirlop gibiyken totosunun altına aldığı naylon parçasıyla “ooo çok havalı” diye kayan oğlunuz oldu mu sizin hiççç? Ya o camlar yeni silinmiş, yok sanıp kafanızı vurduğunuz her yerinden temizlikten yıldız fırlayan camlar, tam elinizden bezi bırakmışsınız eserinizi izliyorsunuz; “güzel sildim be, ne sildim be, iyi sildim ama” derken bir minik fare “aaaa anne bak kuş” diye iki küçük avuç içini yapıştırdı mı cama işte o an “ANNECİ HAREKET ENGELLENEMEZ!!!”
Bir haftanın içinde ben yaz kurslarını araştırdım ve benim durumumdaki, ki arkam bayağı sağlam çıktı, bir ordu anneyle yüzme olsun jimnastik olsun her güne bir saatlik kursla kuzularımızı yeniden bir araya getirdik…
Yani demem o ki: aaa çocukları okulları kapanınca kurs manyağı yapıyorlar, bunlar sokak çocuğu oynayacaklar, gülecekler, şakıyacaklar cıvıl cıvıl devri bitmişşş ablammm; biz eskide kalmışız bunlar cin cin…Eline kağıt al makasla kes etkinlikleri bitmiş tarihe gömülmüş… Bu devrin çocukları atraksiyon seviyor, heyecan istiyor, hareket istiyor, yerinde duramıyor… Her öğrendiklerine bir yenisini ekliyor…
Ama biliyorum ben o folic asitler yaptı bunları böyle bire başlamış beşi bitirmiş bunlar… Annem derdi ki; “yavrum biz sizi doğurduğumuzda kaç gün gözünüzü açmazdınız kafanızı dik tutamazdınız”. Annemm! biz pek safmışız be bunların yanında; daha doğar doğmaz gözlerini açıyorlar, kafalarını dik tutmak ne demek istemedikleri şeyi bir ver önlerine sana kafalarını sallıyorlar, öyle kundakta bebek mi kaldı eli bağlı ayağı bağlı, bıraktın mı düz duvara tırmanıyorlar…
Kısacası o ideal, o bilinçli anne edaları yalan, hikaye… Getirin o doktoru ben bir yakalarsam… Korkmayın canım; sadece bir günlüğüne oğlumu vereceğim, doktrinlerinin yüzde kaçını uygularmış bir görsün diye…
Bu sıcaklarda boş boş televizyon izleyip tablet başında vakit geçiren, saat başına sıkıştırılan en az yüz sıkıldım kelimesine mahkum etmektense çocuklarımızı, değerli hocalarımızın elinde gerçekten spor yaparak sosyalleşerek küçücük yaşamına yeni arkadaşları dahil ederek bir günü geçirmesini herkese tavsiye ederim….
Kuzularınızla birlikte geçireceğiniz pasta tadında haftalar…